Geniş parkeden bahçeye çıkan beyaz demir kapı, her zamankinden farklı olarak ardına kadar açık…

Az sonra hüzünlü bir merasim sonrası kalabalık çıkınca, yeniden kapatılacak.

Burası dünya ile ahiret hayatını birbirinden ayıran sembolik “sınır kapısı.”

Minare kenarında, hareket ettirilebilir tentelerin gölgesinde, mermerden “masa“ duruyor. Yeşil örtüyle kapatılmış bir “sandık” ise üzerinde uzanıyor.

Avluda ölüm hazırlığı yapılıyor.

Hayatına tezat şekilde musalla taşında herkes Müslüman kabul ediliyor sanki. Ancak beyaz demir kapıya bakınca, sanki her eşik de bir musalla taşı…

Ölümün soğuk yüzü daha kapıda başlıyor.

Tabut içindeki kişi, hâliyle değme vaizden ‘daha iyi’ ders veriyor…

Alçak duvarların önünde, elindeki değnekten destekle oturan ihtiyar, içini çekerek ağlıyor;  ‘musalla taşındakinin yakınıyım’ dercesine…

“Ölmeden önce ölmekten” bahsediyor biri, bir başkasına…

Ölümü büyüğüne yakıştıramayan bir genç içinden geçiriyor, “Tabuttakiler miydi ölmeden önce ölenler.”

Karıncalanmış elleriyle değneği daha sıkı kavrayan ihtiyar, ağabeyinin doğumdaki ve hayatı boyunca çektiği sıkıntılara işaret ederek, “Zaten ölü doğmuştu, yaşamadan öldü” diyor, içini çekiyor, yine ağlıyor.

Bir kuş, ağaçların içinden tünemiş olduğu dalı sarsarak havalanıyor, az ileride kubbelerin arkasından kayboluyor.

Bu ‘son gününde, çelengi, top arabası’ olmaksızın, “alıp götürüyor inanmış birkaç adam…”

Cenaze çıktıktan sonra ölüme açılan beyaz demir kapı, tekrar kapatılıyor hayata…

Bulutlar ayrılıktan alıyor bu aralık nemi… Yağmur yağıyor, gözyaşı gibi… Hayat eğer bulutlanıyorsa, ayrılıktan oluyor. Genç adam tabutun ardından, “Bırak bulutlar gitsin üzerimizden usulca, sen nereye gidiyorsun” diye kederleniyor. Böyle zamanlarda kalp ağrısının tıbbî bir cevabı olmuyor, kayıpların bıraktığı acıdan başka… Hatıraları düşündükçe, mutlu da olsa mutsuz da insan acı duyuyor, yokluğun içinde… Eylüller hep ‘bırakıp gitmek’ için geliyor adeta.

Mutsuz olmayanlar, mutsuzları anlamıyor. Cadde üzerinde bir grup kadın gülüşüyor. O esnada cenaze alayı geçiyor önlerinden… Ölenlerin yanından onları görmeden geçip gitmek insanlar için eski bir alışkanlıktır ne yaparsın ki… Mezarcı da bilir öleceğini, ölü yıkayıcısı da, mermer ustası da… Ancak kimse kendine konduramaz, bir grup bu kadınlar gibi…

Hayat böyledir, sen doğarken ölmeye başlamışsındır. Ama ölmek çok uzak gelir. Doğmak, ölmenin en büyük habercisidir sonuçta…

Ölmeden önce kendini ölmüş bilmeli kişi.