Batı’nın kanları ve malları üzerinden kendisine servet biriktirdiği sömürge çocuklarının gözlerini gerçeğe açmasıyla başlamıştı “islamophobia”. Avrupa’nın köle pazarlarından, izbe gettolardan çıkıp, görünür olmaya, kariyer sahibi olmaya başlayınca esmer tenli çocuklar, Batı başkentlerinde korkuyla karışık bir telaş yükselmişti.

Akıllarında hep o deli sorular: “Ya babalarına, dedelerine yaptıklarının hesabını sormaya kalkarsa Paris’in banliyösündeki bu Cezayirli, Tunuslu, Senegalli çocuklar?” Uyuşturucunun pençesine sürüklemenin felaketi bir bumerang gibi kendilerine dönünce, radikalleştirmenin yolunu aradılar. DEAŞ’a dönüştürüp, Irak’ın, Suriye’nin çöllerinde yok etmeleri bundandır.

Oysa ki, “gerçek korkuları” kendi imalatları olan bu canavara dönüştürdükleri değildi hiçbir zaman. Avrupa siyasetinde, ekonomisinde, medyasında giderek seslerini yükselten Müslüman gençler oldu onların korkuları ve adını İslamophobia koydular. Dünya siyasetinde en küçük yerleri olmayan İsveç, Norveç ve Danimarka’da “Kur’an yakma” gibi absürt provokasyonlara girişmeleri bundandır.

ERDOĞAN TÜM EZİLEN HALKLARA CESARET AŞILADI

Artık ezilen, aşağılanan Müslümanlar tahriklere kapılmıyorlar. Tüm birikimlerini berhava edecek işlere kalkışmıyorlar. Çünkü artık önlerinde kendilerine rehberlik eden, yol gösteren; darbelerin kendisini yok edemediği bir liderleri var. Tüm İslam dünyasına şahsiyetli duruşun ne olduğunu gösteriyor.

Körfez Araplarının “tek dış politika malzemesi” olan Filistin‘i şahsi ikballeri uğruna nasıl harcadığını, buna karşın Türkiye’nin BM’deki diplomatik çalışmalarıyla; ekonomik ve siyasi tüm gücünü kullanarak Kudüs davasını üstlendiğini görüyorlar.

Öyle güçlü bir rüzgar esiyor ki artık; Cezayir 70 yıl sonra Paris’teki sömürge müzesinde sergilenen şehitlerinin naaşını alıp kendi topraklarında defnediyor, Fransa’nın öfkeden deliren bakışları altında.

MACRON’UN TELAFİSİZ YALNIZLIĞI

Tunus, Paris’in tüm zorbalıklarına rağmen yasemin kokulu devrimine sahip çıkıyor. Mali’de, Çad’da artık işler Macron’un hesapladığı gibi gitmiyor. Bir alev topuna dönen Beyrut’un acısını istismar etmeye kalkan Fransa, yıllarca sömürdüğü Lübnan sokaklarında dahi Erdoğan tezahüratlarını duymak zorunda kalıyor.

Artık üretim kotalarıyla sınırları belirlenen, AB’nin kapısında borç dilenen bir Türkiye yok karşılarında. Savunma sanayisi güçlenen, enerji kaynaklarına sahip çıkan; sırf iç siyasetini dizayn etmek için yalandan marşlar okuyup efendilerinin dizinin dibinde şampanyasını yudumlayan monşerlerin değil; sondaj gemileriyle Akdeniz’de yeniden varlık gösterenlerin ülkesi artık Türkiye.

Libya’ya giden gemiyi bir korsan gibi Akdeniz’de aramaya kalkan Fransız savaş gemisi Courbet‘in, Türk savaş gemilerinin ikazıyla geri çekilmek zorunda kalması sömürgecilerin kendi başlarına kurdukları dünyalarının nasıl yıkılmaya yüz tuttuğunun göstergesi.

Daha kısa bir süre önce NATO’nun işlevini tamamladığını söyleyen Macron’un telaşla NATO’yu ve parçalanmaya başlayan AB‘yi yardıma çağırması nasıl büyük bir hezimet yaşadığının itirafı aslında.

Sahte Napolyon suretinde ahkâm kesen Macron, tüm bu felaketleri başına saran Erdoğan’dan korkmasın da, ne yapsın?