Türkiye ile sınırlandırmaya gerek yok. Dünyanın hemen her yerinde kadınların aklına, “erkeklerden daha zayıf oldukları” düşüncesi yerleştirilmiştir.

Pek çok kadın yaşarken ‘ölü sanılarak gömülmüş, ancak toprağın altında, tabutun içinde uyanıp da bağırıp çağıran, etrafını çevrelemiş suntaları yumruklayan biri gibi kıyameti kopmuşçasına’ günlerini geçiriyor.

Küçücük evladının önünde tekmelenen anne de vahşice öldürülen genç kız da veya bir başka hemcinsi tarafından başındaki “başörtüsü” için psikolojik şiddet gören de ‘kadın’ olmanın “cezasıyla” (!) ömrünün bir yerinde yüzleşiyor.

Oysa fedakârlığın adıdır kadın… Başka her şeyin ötesinde kolayca ve uzun süre kalpten sevmeyi, çaba harcamadan bağışlamayı, uzaklara koşabilmeyi, gerektiğinde ölümüne savaşabilmeyi, herkes ve her şeye yetebilmeyi temsil eder.

Allah kadınlara nasıl bir basiret ve zekâ vermişse, olumsuz şartlarda bile yanılmamayı mutlaka başarıyorlar.

Kuaförde özenle taradığı uzun saçlarından tarağı çıkarıp ‘Kaça alırsınız’ diye soran, teklif edilen fiyatla “Kesiniz” diyerek, babasına ilaç alacak kadar kendinden vazgeçmiş olan insana ‘kadın’ denir. Hiçbir erkekte böylesi bir inceliği bulamazsınız.

‘Babamın ağrıları azalacak, çünkü onun acılarını saçlarımla hafiflettim’ diye düşünürken, imkânsızlıkları ile “mutluluk” duyacak kişidir kadın.

Okuduğumda çok sevdiğim bir anekdottur:

Kadın, kolu bacağı sargılar içinde doktora gider.

–  Ne oldu size söyle, der doktor.

–  Çocuğum merdivenden düşecekken; uçarak yakaladım ve kurtardım. Ama o hengamede dengemi kaybettim, kendim yuvarlandım merdivenlerden…

–  Sen Süpermen misin?

–  Hayır, anneyim.

*

Kadın sonunda, sokak ortasında küçük kız çocuğu önünde tekmelenecek kadar hor görülür. Genç kızlar azgın duygularla hunharca öldürülecek kadar hakir sayılır. Ve yine aynı cins bile olsa da hiçbir sebep yokken; ‘Başörtüsü var’ diye vicdanını kaybedenler, kendisini “zavallı” durumlara düşürenlerce onuru kırılır.

Kâinat bir nizam içinde dönerken; dünyanın birçok ülkesinde erkek, kadından tüm sevgisini, bütün benliğini ister; aldıktan sonra da “Artık kişiliği kalmadı” diyerek şikâyet eder ve onu beğenmez. Kadındaki sevdiği yönleri öldürmüş bir katil olduğunu bilmez çünkü. Cinayet işlemediği için de onlara ‘katil’ denilmez.

*

“Ömrümde hiç âşık olmadım” dedi adam, kadın ona dönerek, sözü toparladı: “Ben oldum, 23 yıl senin için gözyaşı döktüm.”

Bir defa sevdiği kadında ‘kusur bulunmadığını’ kendisine ispatlama gereği hissetse belki de bütün noksanlıklar da tamamlanacak.

İnsan, karşısındakinde kusur aramaya görsün, her davranışında, her sözünde aradığı huzursuzluğu, hem de fazlasıyla bulur.

Sevmek, sevilen insan için iyi şeyler istemek, daha iyi olması için de elinden geleni yapmaktan haz duymak demektir. Erkek olmak ile adam olmak arasında bu kadarlık bir fark yeterlidir.

İyisi mi; gözlüğü ararken evin içinde dört döneceğiniz, sonunda gözünüzde olduğunu anlayacağınız veya gözünüzde gözlükle duşa gireceğiniz, bazen de uzak gözlüğünüzü çıkarmadan üstüne okuma gözlüğü takacağınız, şuurunuzu kaybedeceğiniz o günler gelmeden, kadınlara saygıyı öğrenin.

Artık yaşlanıyorsunuz, hatta yaşlandınız bile. Problem şu ki; insan yaşlandığını kendi içinde hissetmiyor, ama dışarıdan bakınca herkes bunu görüyor.

Dünyada tek başına ölmekten daha büyük bir felaket olamaz.

Kadınlara saygıyı hemen şimdi öğrenin…