AK Parti’ye içeriden muhalefet ne kadar içeriden?

Uzunca bir süredir, Cumhurbaşkanımızın siyasi tavırlarını merkeze alarak, Hükümetin duruşunu “yüksek tonda” eleştiren, üstelik bunu yaparken “içeriden” olduğu varsayımıyla hareket eden bir söylemle karşı karşıyayız. AK Parti’den bugüne kadar pek çok kişi, ya arzu ettiği kadar makama kavuşamadığı ya da ideolojik olarak artık kendisine yer bulamadığı için ayrıldı. Bazıları farklı kulvarlarda siyasi maceralara atıldıysa da, neredeyse hiçbiri başarıya ulaşamadı.

Partiyle yollarını ayıranların eleştirilerinin temelini, “adam kayırma, iltimas, yolsuzluk” gibi tam olarak örneklerle temellendirilmemiş, somut verilerle desteklenmemiş iddialar oluştursa da; bizi asıl ilgilendiren ideolojik kopmalar.

NE ZAMAN İÇERİDE OLDULAR?

AK Parti’den en son istifa eden milletvekili Mustafa Yeneroğlu, “içeriden” olduğu iddia edilenlerin toplandığı Karar Gazetesi’nden Yıldıray Oğur, Ahmet Taşgetiren ve Elif Çakır’a gerekçelerini anlatmış. Özetle, Yeneroğlu’na göre “ülkede tam bir korku düzeni kurulmuş” durumda. Özgürlükleri törpüleyen, insan haklarını hiçe sayan düzenin en tepe noktasında ise Cumhurbaşkanı bulunuyor. O’na göre AK Parti’nin fabrika ayarlarına dönmesi artık mümkün olmadığı için karşısında “demokratik bir blok” kurularak mücadele edilmeliymiş.

2015’te AK Parti’den vekil seçilerek siyasete atılan Yeneroğlu, partinin kuruluşundaki ilkelerden saparak “devletçi, güvenlik odaklı, AB ve Batı karşıtı” bir noktaya savrulduğunu söylüyor. Tespitlerindeki suçlayıcı ve mahkûm edici noktaları bir kenara koyarsak, kendisinin özetle bu “anti-emperyalist ve Batı karşıtı” olan duruştan “rahatsızlığını” anlayabiliriz.

Çünkü, Yeneroğlu’nun kendi hikayesinden onun rahmetli Erbakan’ın “AB için yaptığı Hıristiyan Kulübü” yakıştırmasını da reddettiğini; ömrünü geçirdiği Avrupa demokrasisine hayran, çoğulcu liberal dünya görüşüne sahip olduğunu görebiliriz.

MEĞER BATI’YLA KAVGADAN RAHATSIZLARMIŞ

Yeneroğlu, Yeni Zelanda Başbakanı’nın kendi ülkesinde camide hunharca katledilen insanların acısını anmasını büyük bir insanlık dersi olarak görürken, “bizim” ise “kadınlar günü”nde ezanı ıslıkladılar gibi “gerçek dışı” beyanlarla insanları kutuplaştırdığımızı iddia ediyor. Burada “biz” Cumhurbaşkanımızla sembolize edilen Batı’yla kavgalı “halk yığınları” oluyor herhalde.

İngiliz Kolonisi Başbakanı’nın iki gözyaşına, Batı’nın petrolü ele geçirip, nüfuz alanını çoğaltmak için Afganistan’dan Irak’a kadar milyonlarca insanın kanına girdiği gerçeğini bir çırpıda unutmamız gerekiyormuş demek ki. Kusurumuza bakmasınlar artık.

Küresel hegemonyayla hesaplaşmayıp, Batı’ya tam entegrasyonu savunan bir zihnin sürekli olarak “kutuplaştırmak” kavramını neden diline doladığını şimdi çok daha iyi anlıyoruz.

Türkiye’nin on yıla yakındır sürdürdüğü yeni yol haritasından rahatsızlık duyanlar kendilerine yeni istikametler arayabilirler elbette. Fakat Cumhurbaşkanımızın 45 yıllık siyasi hayatındaki temel sabiteleri görmezden gelip, sanki dün “Batı emperyalizmi karşıtı olmuş” gibi davranmasınlar. Komik oluyorlar.