Bu ülke, 15 Temmuz’un ardından sadece silahlı bir örgütle değil; o örgütün etrafında serpilen para düzeniyle de savaştı. Adı kondu: FETÖ borsası. Dosyaların parayla hafiflediği, ilişkilerin hukukun önüne geçtiği iddiası… Şimdi bu iddialar, rakamlarla konuşan bir dosyada yeniden karşımızda duruyor. Merkezdeki isim: Rezan Epözdemir..
MASAK raporu, “iddia”yı aşan bir tabloyu ortaya koyuyor. 2022’de Varlık Barışı yoluyla 5 milyon 650 bin ABD dolarının bankacılık sistemine sokulması… Ardından 2020–2025 arasında hesaplara giren 84,7 milyon TL, 5,65 milyon USD, 269 bin 800 Euro. Bu hacim, bu sıklık, bu nakit yoğunluğu… Soru nettir ve kaçamak kabul etmez: Bu paranın kaynağı nedir? Avukatlık geliriyle uyumlu mudur, değil midir? MASAK’ın rapor dili bile kırmızı alarm veriyorsa, kamuoyunun susması beklenemez.
'Dilan Polat’a 5 milyon 619 bin TL, Fatih Terim’e 5 milyon 432 bin 608 TL transfer yapılmış… Neden?..
“Tanıdıklar”a mesela, 117 milyon 780 bin TL gitmiş.. Tutuklama sonrası 2 milyon 450 bin USD’nin el değiştirmiş.. Bu tablo, “tesadüf” diye geçiştirilecek bir tablo değildir. Bu, para kaçırma şüphesidir; bu, iz sürülmesi gereken bir akıştır.
Ve işin can alıcı noktası şudur: Paranın bir vereni varsa, bir de alanı vardır. Raporda bir kısım yargı mensuplarına para transferi tespiti yer alıyorsa, soruşturma burada duramaz. Sadece “kim verdi?” sorusu yetmez; “kim aldı, ne karşılığında aldı, hangi dosya etkilendi?” soruları da cevabını bulmak zorundadır. Aksi hâlde yapılan iş, yarım bir temizlik olur. FETÖ borsası iddiaları tam da bu yüzden tehlikelidir; çünkü alıcıyı gizleyerek vereni konuşmak, kirli düzeni ayakta tutar.
Kimse peşinen suçlu ilan edilemez. Ama kimse de “mesleğim var” diyerek yüz milyonların hesabını vermekten muaf değildir. Hukuk, izah ister. Kaynağı açıklanamayan servet şüphelidir. Aynı şekilde, kaynağı açıklanamayan para alan herkes de bu şüphenin parçasıdır. Bu dosya kapatılırsa, sadece bir soruşturma kapanmış olmaz; adaletin sesi kısılır. Açık, sert ve tavizsiz bir soruşturma yürütülürse, kazanacak olan devletin hukuku olur.
Bu ülkede FETÖ borsası iddiaları örtülmek için değil, kökünden kazınmak için vardır. Veren de ortaya çıkmalı, alan da. Aksi hâlde bu mücadele eksik kalır. Bu dosya, sabrın değil iradenin sınavıdır. Sabır değil; hesap zamanı.
/////////
BİZİ LİNÇLEYENLER NEREDE?
HUKUK KONUŞURKEN TROLLER SUSAR
Bizi hedefe koydular. Manşetlerimizi çarpıttılar, haberlerimizi “niyet okuma” diye yaftaladılar, gazetemizi organize bir trol dalgasının önüne attılar. “Linç” dedik, hafif kaldı; itibar suikastı denemesi yaptılar. Çünkü biz, adı geçen dosyada hukukun işaret ettiği gerçekleri yazdık; mahkeme sürecinin ne doğuracağını yasaya dayanarak anlattık. Bugün gelinen noktada testlerin pozitif çıkmasıyla birlikte, aylarca bağırıp çağıranların sesi kesildi. Şimdi soru şudur: Bize saldıranlara ne olacak?
Başından beri söylediğimiz tek şey vardı: Hukuk sonuç üretir. Yargı sürecinin olası etkilerini, yasaların açık hükümlerini, spor hukukunun ve kulüp mevzuatının ne dediğini kalem kalem anlattık. “Kişi” üzerinden değil, sonuç üzerinden konuştuk. Bugün mahkeme sonucuyla birlikte, yasa gereği kulüp başkanlığına ilişkin otomatik sona erme ihtimali masadadır. Bu bir temenni değil, bir hukuki mekanizmadır. Dün buna “algı” diyenler, bugün gerçekle yüz yüze.
Peki dün bize “iftiracı”, “tetikçi”, “linççi” yaftası yapıştıranlar? Sosyal medyada köpürtülen o kirli kampanyayı kim yönetti, kim fonladı, kim büyüttü? Gazeteciliği susturmak için atılan o organize adımların bir bedeli olmayacak mı? Basını hedef alan trol ağları, yalanla itibar öldürmeye çalışanlar, bugün ortaya çıkan tablo karşısında özür bile dilemiyor. Çünkü mesele doğruluk değildi; mesele susturmaktı.
Şunun altını kalın kalemlerle çizelim: Biz kimseyi mahkûm etmedik. Mahkemenin işini yapmadık.. Bekledik ve yazdık. Yasa ne diyorsa onu anlattık. Bugün yaşananlar, dün yazılanların doğrulama fişidir. Gazetecilik budur. Trol propagandası ise gerçek karşısında dağılır.
Adı geçen süreçte Fenerbahçe kamuoyunu ilgilendiren başlıklar da açıktır.. Fenerbahçe gibi milyonların aidiyet duyduğu bir kurumda, başkanlık makamı kişilerle değil kurallarla yaşar. Kurallar çalıştığında, kurumlar ayakta kalır. Bizim savunduğumuz da budur: Kişiler geçer, hukuk kalır.
Son söz: Dün bize saldıranlar, bugün suskun. Yarın ne olacak? Yalanla linç kuranlar, gerçek ortaya çıktığında hesap verir. Basını hedef almak suçtur; organize iftira suçtur. Bu ülkede gazeteciliğin susturulmasına izin vermeyen bir hukuk vardır. Biz yazmaya devam edeceğiz. Çünkü hakikat er ya da geç kazanır.
//////
BU ÜLKE YOKSULLUĞU HAK ETMİYOR
Kimse kendini kandırmasın.
Ne rakamlar makyajlanarak güzelleşiyor, ne de hamasetle mutfak doluyor. Asgari ücret kimseyi tatmin etmedi. Etmesi de mümkün değildi. Çünkü mesele artış oranı değil; hayatın kendisi fahiş.
Memleketin şartları ağır. Çok ağır. Maaşlar daha cebe girmeden enflasyon karşısında eriyor, emekli aylıkları ayın ortasını bile göremiyor. Çalışan, “nasıl geçineceğim” diye düşünüyor; emekli, “bu ay hangi ilacı almayacağım” hesabı yapıyor. Bu tabloyu görüp hâlâ “makul” diyen varsa, ya gerçeği bilmiyor ya da bilmek istemiyor.
Bu rakamların savunulacak hiçbir tarafı yok.
Ne asgari ücretin…
Ne emekli maaşlarının…
Pazarda fiyat etiketiyle göz göze gelen herkes gerçeği biliyor. Kira, fatura, gıda… Hiçbiri durmuyor. Duran tek şey gelir. Sabır denilen şey, açlıkla imtihan edilerek ölçülmez. Sabır, adaletle beslenir; adalet yoksa sabır da tükenir.
Burada mesele şikâyet etmek değil; hakikati söylemek. Bu ülkenin insanı çalışıyor, üretiyor, dişini sıkıyor. Ama karşılığında aldığı şey yorgunluk ve belirsizlik. Bu denge bozuksa, sorunu görmezden gelmek çözüm değildir. Çözüm, enflasyonu gerçekten dizginleyen, emeği koruyan, gelir dağılımını adil hâle getiren bir iradedir.
Şunu net söyleyelim: Bu ülke yoksulluğu hak etmiyor.
Bu halk, rakamlarla avutulmayı değil, insanca yaşamayı hak ediyor.
Umarım en kısa sürede düze çıkarız.
Çünkü bu gidişat sürdürülemez.
Ve hakikat, er ya da geç kapıyı çalar.