Her şeyden önce, büyük bir gönül ve akıl ehlini ikrar ederek gireyim lafa:

-Her Peygamber, kendi zamanında, kendi mekânında, kendi kavminin hepsinden, her bakımdan üstündür. Bizim Peygamberimiz (sallallahü aleyhi ve sellem)) ise, her zamanda, her memlekette, yani dünya yaratıldığı günden kıyamet kopuncaya kadar, gelmiş ve gelecek bütün varlıkların, her bakımdan en üstünüdür. Hiç kimse, hiçbir bakımdan O’nun üstünde değildir. Bu, müşkül bir şey değildir. Dilediğini yapan, her istediğini yaratan, O’nu böyle yaratmıştır. Hiçbir insanın O’nu methedecek gücü yoktur. Hiçbir insanın, O’nu tenkit edecek iktidarı yoktur.

Vallahi öyledir:

O, insanların en iyisidir. Tertemiz bir soydan gelmiştir. Kıyamette herkes sustuğu zaman O söyler. Müminlere O şefaat eder. Kimsenin ümidi kalmadığında insanlara O müjde verir. O gün her iyilik, her yardım, her kapının anahtarı O’ndadır. Liva-i Hamd O’nun elindedir. O, peygamberlerin dahi imamı, hatibi ve şefaatçisidir.

O’nu Allahü Teâlâ övmüştür. O’nun şanını, şöhretini Allahü Teâlâ yüceltmiştir. O’na ismiyle değil, en güzel, en latif sıfatlarla hitap etmiştir. O’nun her sözü hüccettir. O, kendiliğinden konuşmaz; (dinle ilgili) her sözü vahiy iledir. Âlemler, yaratılmalarını O’nun yaratılmasına borçludur. Kâinat, rahmet arayışını O’nun ruhunda bulmuştur.

Çile şairi, Çöle İnen Nur’da demiştir:

-O’nun hakikatinde, mahlûk artık son haddine ulaşır. O’nun hakikatinde, mahlûk tükenir, fakat Allah başlamaz…

Sinan Paşa da 600 yıl önce şöyle söylemiştir:

Hıred kimdir eyleye vasfın onun

Nedir dil ki edebile medhin onun

(Akıl kimdir de O’nu tarif edecek/Dil nedir ki O’nu edep ile övecek)

O ki cân-ı cihân-ı safâdır.

O ki cihân-ı cân-ı vefâdır.

***

Bu girişi, her zerremle inandığım ama uymakta eksik kaldığım Habib-i Zişan Efendim’i hakkıyla övebilmek gibi şuursuz bir hırsla değil, O’nu anmak suretiyle sözlerimi bereketlendirmek için yaptım.

Sonucu da uzatmayacağım.

Allah’ın aziz kıldığını kimse zelil edemez. Allah’ın zelil kıldığını da kimse aziz edemez. Bırakın sövmeye, Allah Resûlü’nü hakkıyla övmeye bile takat getiremezler.

İsrail’i boykot etmenin bile suç olduğu bir ülkede, atalarının izinden gitmeye çalışan toy bir faşistin, Avrupalı ahbaplarıyla beraber Allah’a ve Allah’ın Sevgilisi’ne savaş açması; hakikate zarar veremez yani.

Evet, camileri basabilir, kitapları yakabilir, Müslümanları katledebilirler. İnsan olmanın en temel hak ve hürriyetlerine, tipik bir Sömürgeci ahlakıyla tecavüz edebilirler. Tuvalet malı karikatür dergilerinde mukaddesatımıza sataşıp, üstüne devlet dairelerinde ve okullarda bu çürüklüğün reklamını yapabilirler. Hatta küçücük çocukları İslâm düşmanlığına, ırkçılığa, şiddete yönlendirip; bu vahşet mirasını gelecek nesillere aktarabilirler.

Fakat tarihin en yobaz çağlarına ev sahipliği yapan, akıl ve mantığı engizisyonlarda doğrayan, uygarlık etiketini kanlı hırsızlıklarla satın alan bir karanlık; bizim Hakikat güneşimizi batıramaz. Selim aklı baş tâcı edip gönle hüküm sürdüren İslâm medeniyetini, bozuk aklın vesveselerine güvenip vicdansız mantıklara tapınarak harcayamazlar.

Zira Cenâb-ı Hak imhâl eder, ihmâl etmez.

Elbet hesabını verirler.

Laiklik ve demokrasi adına kuşandıkları ne kadar zorbalık, ne kadar zulüm varsa hepsinin bedelini öderler.

Biz, onlara kin gütmenin yanında kendimize bakalım.

Kendi ahlakımıza, aziz emaneti nasıl koruduğumuza ve içimizdeki kansız frenklere nasıl davrandığımıza odaklanalım.