2015 genel seçiminde HDP parti kimliğiyle yarışma kararı aldı. Bu kararla birlikte kamuoyunun ilgisi HDP’ye odaklandı. İnsanlar en çok HDP’nin nasıl bir performans göstereceğini ve yüzde 10 barajını aşıp aşamayacağını merak ediyordu. Bu normal; çünkü HDP’nin parlamentoda yer alıp almamasına bağlı olarak politik hesaplar gözden geçirilecek, siyasi pozisyonlar belirlenecek, senaryolar yeniden yazılacaktı.

PKK, 7 Haziran seçimlerinden bir iktidar çıkmamasını ve çıkma ihtimalinin zayıflamasını, aynı zamanda zoraki bir hükümet kurulsa bile yeteri kadar etkin bir rol üstlenmeyeceği analizi ile siyasi bir boşluk doğacağı hesabını yapmış ve terör gruplarına ilçelerde hendekler açılması talimatını vermişti.

1 Kasım seçimlerinin ardından çözüm sürecinde samimi olmadığı ve Türkiyelileşme projesinin kadükleştiği konusunda eleştirilen HDP’nin yeni dönemde nasıl bir politika izleyeceği merak konusu olmuştu tüm çevreler tarafından ve açık bir şekilde görüldü ki HDP Kandil’in etkisinden kurtulamamıştı/ kurtulamıyordu.

Sonuçta HDP, ne TÜRKİYE ne de bölge partisi olamamıştı, bir kez daha anlaşıldı ki geçmişten bugüne kadar adı değişen; lakin kendi değişmeyen HDP aslında PKK’nın kendisiydi.

PKK’nın hendek siyasetiyle doğuda birçok ilçede yaşamı durdurmaya başlamasının ve bölgedeki masum insanların hayatlarını hiçe sayacak şekilde hendekler içinde mevzilenmesinin faturası 1 Kasım seçiminde HDP’ye kesildi.

Gerek seçim neticeleri gerekse sonrasında yapılan tartışmalar HDP’nin geniş kesimlere açılabilmesi için iki şartı yerine getirmesi gerektiğini gösteriyordu: Biri, Türkiye’nin sosyolojik gerçekliğini gözeten bir politik dil geliştirmesiydi. Diğeri ise, toplumun her kesimini -onlara sadece vitrinde yer vererek değil- gerçek manada kucaklamasıydı.

HDP’nin arzu ettiği dönüşümü gerçekleştirebilmesi, ancak Türkiyeli bir kompozisyon ve dil üretmesi ile mümkün olabilirdi.

HDP projesi bütün liberal demokratları, Müslüman demokratları, Kürt halkının büyük bir kısmını içine alması gereken bir projeyken, maalesef sadece marjinal Türk soluyla sınırlı kalan, kadük, dar bir proje haline geldi.

6-8 Ekim Olayları hem Demirtaş’a hem de HDP’ye çok büyük bir darbe vurdu. Yapılan çağrı siyaseti değil şiddeti, müzakereyi değil çatışmayı, siyasi aktörleri değil militanları ön plana çıkardı. Yakıp yıkmalar, saldırılar ve ölümler, bazı toplumsal kesimlerle HDP’nin bağını zayıflattı. Dindar ve muhafazakar Kürtler ile orta ve üst sınıf Kürtlerde, PKK ve HDP’ye karşı zaten önceden var olan korku bu olaylarla birlikte tavan yaptı. Bu kesimlerde PKK’nin hükümferma olması durumunda tüm kazanımlarının yerle bir edileceği ve kendilerine hayat hakkı tanınmayacağı düşüncesi güçlendi.

HDP, Türkiyelileşme politikasında samimi olduğunu göstermek istiyorsa (ki Demirtaş’ın ve diğer partililerin açıklamaları tam aksi istikamette olduğunu gösteriyor) PKK ile arasına mesafe koyarak gerçek bir siyasi aktöre dönüşmeli ve samimi bir şekilde ağzına pelesenk ettiği barışı savunması gerekmektedir. HDP’nin Türkiye Cumhuriyeti’nin geleceğinin selameti açısından her ne koşulda olursa olsun demokratik siyaseti ve ÜLKE bütünlüğünü kapsayıcı bir siyaseti savunması hem kendi hem de ÜLKE menfaati açısından son derece hayati öneme sahiptir.

Kürtlerin çok ağırlıklı bir kısmı Türkiye ile birlikte yaşamak istiyor. Bu parametreler, Kürt siyasi aktörlerinin tüm Türkiye’yi gözeterek siyaset yapmalarını zorunlu kılıyor.

Bir kez daha görülmüştür ki, PKK-HDP bağı organiktir.. Biri dağda, öteki ovada.. Ve bu ilişki, artan somut kanıtlarla, HDP’nin AYM’ce kapatılmasına dek uzanabilir.

Öte yandan başta terör olmak üzere Türkiye’nin yaşadığı birçok problemin temelinde yargı sistemindeki çarpıklıklar ve hala darbe anayasasının hükümleri yatıyor. Bu bakımdan bir an evvel çözülmesi gereken esas mesele bizce ANAYASA sorunudur…

HDP Eş Başkanı Selahattin Demirtaş da, “Mesele Hendek, barikat arasında sıkışıp kalamaz. Biz siyasi alanda bu mücadeleyi yürütmek istiyoruz” diyerek şu ifadeleri kullandı: “Özerklik, öz yönetim nedir sorusuna parti programımızda verilmiş net cevaplar var. Fakat yine de ortada bir kafa karışıklığı, bir anlaşılmama durumu, gri alan var. İnsanlar ne istiyor, bunun görünür hale gelmesi, çerçevesinin sınırlarının net olarak tariflenmesini istiyoruz. Hangi yetkiler merkezde hangi yetkiler yerelde, sonuç deklarasyonu… Mevzunun sınırları netleşecek. Türkiye toplumunun bu deklarasyona cevap vermesini umuyoruz. Bunun dinamik bir süreç olduğunu düşünüyoruz. Yönetim modellerinin değişmesi darbeyle olmaz. Meseleyi biraz da siyasal alana çekebilmek için bunu yapıyoruz. Mesele Hendek, barikat arasında sıkışıp kalamaz. Biz siyasi alanda bu mücadeleyi yürütmek istiyoruz.