Yaklaşık beş yıl önce Antalya’dan Kayseri’ye doğru otomobilim ile seyahat ediyordum. Akseki -Seydişehir arasında kalan yemyeşil ağaçların arasında ilerlerken, iki yüz metre ileride yolun sağına arka arkaya park etmiş ve dörtlülerini yakmış beş araç gördüm. Anladım ki orada bir sıkıntı var. Kimisi elindeki yangın tüpüyle, kimisi de içmek için aldığı pet su şişesiyle ormanın yamacına doğru telaş içerisinde koşturuyordu. Hemen ben de o park edenlerin konvoyuna katılıp indim aşağıya. Bir de baktım ki heybetli çam ağaçların altındaki otlar ve çalılar tutuşmuş, ateş ağaçların gövdelerine doğru hızla ilerliyor. Hemen geri dönüp hiç açmadığım pet şişedeki yarım litrelik suyumu kaptığım gibi soluğu yangının başladığı yerde aldım. Hepi topu sanırım 8-9 kişi idik. Kimisi yangın tüpünü alevlerin üzerine doğru tutarken, kimisi de elindeki suyu yanan otların üzerine hızla boca ediyordu. Ben de elimdeki suyu yanan bir çalının üzerine döktükten sonra ayağımla yanan otların üzerine basarak tutuşan otları söndürüyordum.

Bir de beli bükük eli nasırlı bir amcamız vardı ki mücadelesi takdire şayandı. Elinde getirdiği ceketini ateşin üzerine doğru yerden yere çalıyor, ateş pof diye birden sönüveriyordu. Her şey beş dakika içerisinde oldu ve bitti. Kimimizin paçaları ufaktan ufaktan yanarken, kimimizin de eli yüzü maden işçisi gibi is olmuştu. Amcamızın ceketi ise toz ve yanık lekeleri ile adeta koca bir paçavraya dönüşmüştü. Daha önce hiç karşılaşmamış ve birbirini hiç tanımamış, sadece aynı yoldan geçen 8-9 kişi olarak, aynı refleks ile 5 dakika içerisinde organize olmuş ve başlamak üzere olan çok büyük bir yangını söndürerek itfaiyeye pek iş bırakmamıştık. Büyük bir zafer kazanmış edası ile huzur içerisinde araçlarımızın yanına giderken yüzümüzdeki o mutluluk inanının hiçbir şeye değişilmezdi. İşte ne zaman yangına dair bir şey duysam gözümün önüne hep bu anım gelir…

Kıymetli dostlar; yol rehbersiz, dağ ormansız olmazmış!O gün de bizim rehberimiz insanlıktı. Yangını söndürürken yaşadığımız şey ise; kadirşinas Anadolu insanının ‘yardımlaşma ve dayanışma’ ruhunun zor durumlarda nasılda kendiliğinden harekete geçtiğinin en güzel göstergesiydi. Çünkü bizler çok iyi biliyorduk ki; orman yeryüzünün elbisesi,  canlıların barınağı,  bütün insanlığın ortak alanıydı. Herkesin gölgesinden, oksijeninden, nimetinden faydalandığı ve hiç kimseye ait olmayan Allah’ın rahmetiyle insanlara tahsis ettiği çok kıymetli bir lütfuydu. Kaldı ki bizler, ‘’ağaçsız memleket duvaksız geline benzer’’ diyerek şehirlerde bile apartmanlarımızın önüne ağaç diken bir neslin evlatlarıyız. Cenâb-ı Allah’ın cennetinden bahsederken devamlı olarak ’’altından nehirlerin aktığı ağaçlardan’’ bahsetmesi, biz dünyalılar için ağaçların ne kadar kıymetli olduğunu göstermektedir. İki Cihan Serveri Peygamber Efendimiz, savaşa gönderdiği ordularına “Yaşlılara, kadınlara, çocuklara, teslim olanlara, kendisini ibâdet-ü taate vermiş ruhbanlara ve mâbetlere ilişmeyiniz. Ve asla ağaçları yakmayınız’’ diye sıkı sıkı tembih edermiş. Ve yine o, yaratılmışların en şereflisi Fahri Kâinat Efendimiz, bir Hadis-i Şeriflerinde; “Kıyâmet koparken sizden birinizin elinde bir ağaç dalı bulunur da buna kıyâmet kopmadan dikmeye gücü yeterse, muhakkak onu diksin, bırakmasın.”diye buyurarak ağaç dikmenin ne kadar önemli olduğuna dikkat çekmiştir. Ve bizler çok iyi biliyoruz ki ağaç diken bir kimse için; ‘o ağaçtan insanların, hayvanların, kuşların, börtü böceğin istifade ettiği her şey birer sadakadır.’ İşte bu bilinçle atamız Fâtih Sultan Mehmed Han; “Ormanlarımdan izinsiz ağaç kesinin başını keserim” demiştir.

Kıymetli dostlar; orman yangını dediğimiz şey; temelde doğada, bizim kontrolümüz dışında oluşan bir yangındır. Ama son dönemlerde ülkemizde çıkan yangınlar hiç de böyle olmuyor değil mi? Daha önce; Antalya, İzmir, Muğla, Çanakkale ve Edirne’deki ormanlarımızı yakan, ciğerlerimizi dağlayan PKK’nın uzantısı “Ateşin Çocukları” isimli teröristler, (ben onlara iblisin çocukları diyorum) bu sefer de Hatay, Osmaniye, Kahramanmaraş ve Trabzon’da eş zamanlı olarak yangın çıkartarak onlarca yerde yüzlerce kişiyi evsiz bıraktılar. Tarım arazilerini kül edip, yaban hayatını bitirdiler. Öte taraftan da o güzelim ağaçlar gözlerimizin önünde kül olurken ‘ateşin harından kurtulamayan Allah’ın(c.c.) dilsiz kulları börtü –böcek, tavşan ve kaplumbağalar alevler içindeki bağıra bağıra yanarak can verdiler.’ ‘Orman yakmak, sivil insanların evlerini yakmak, savaşlarda bile bir insanlık suçudur’ biliyorsunuz değil mi? Muhtemelen Azeri kardeşlerimizin Ermenileri Dağlık Karabağ’da un ufak etmesi eş zamanlı olarak bu kiralık katilleri harekete geçirmiş olabilir. Bebek ve doğa katili PKK’lıların ‘çevreci olduklarını, dağlarda yerlere izmarit bile atmadıkları’ yalanını köpürten medya mensupları ile ‘her evden HDPKK ya bir oy dilenenler’ bu vebalin altından asla kalkamayacaklardır. HDP ile aynı kaba pisleyen muhalefet partileri ile Gezi olaylarında 3- 5 ağaç için ortalığı savaş yerine ünlülerin(!) ağzını bıçak açmaması da oldukça manidardır. Bilesiniz ki canlı canlı yanan hayvanların ahı bir gün mutlaka sizi de tutacaktır. İyi ki ölüm, iyi ki cehennem var…

Ezcümle demem o ki kıymetli dostlar; ‘Kış kışlığını, puşt puştluğunu yapacaktır.’ Lakin bize düşen bu çukurlara karşı orman faaliyetlerimizi yeniden revize edip gerekli tedbirleri arttırmak olacaktır. ‘Saatte ortalama 10 kilometre hıza ulaşabilen ve çok geniş alanlara yayılan orman yangınları ile geleneksel yöntemlerle başa çıkmak çok zordur.’ Yangın başlar başlamaz hızlı müdahale yukarıda bahsettiğim üzere sonuç vermektedir. İlgili kurumlarımızın orman yangınları ile nasıl mücadele edileceği, müdahale ekiplerinin niteliği ve yanan alanların nasıl rehabilite edileceği mevzusunu yeniden gözden geçirmelerinde fayda vardır. Sanırım İHA ve SİHA‘ların mimarı, ülkemizin medarı iftiharı Selçuk Bayraktar ve ekibine yine çok işimiz düşecek…

Selametle…