Böyle bir yazıya neden ihtiyaç duyduğumu yazımın en başında ifade edeyim ki somut bir zemine otursun.

CHP’li İBB Başkanı, bir gencin -onun da kurguya dâhil bir CHP’li olduğu ortaya çıktı- "Siz kaç metronun temelini attınız?" sorusuna, herkesi hayretler içinde bırakan ve “yalan”ı yeniden sorgulatan bir cevap verdi: "Temel dediğiniz ne? Metronun temeli nasıl atılır biliyor musunuz? Temel nasıl atılır, mesela nasıl ikna ederim sizi? Bakın; Mahmutbey-Esenyurt örnek, Göztepe-Ataşehir örnek, Çekmeköy-Sancaktepe örnek. Bunlar sıfırdan."

Rahmetli Kadir Topbaş’ın kemiklerini sızlatan bu yalanlardan murat edilen nedir?

Bir insan, bütün erdemlerini sorgulatacak, soğukkanlı bir yalancılığa neden başvurur?

Bu iletişim çağında çok kısa bir süre sonra ortaya çıkacak gerçeğe rağmen seçmenin aklıyla alay eden bu şımarık yalancılığa neden sarılır bir insan?

Kaldı ki biz kendilerini daha çok “temel atmama töreni” ile tanırken!

Artık yalancılığın hangi seviyesine tanıklık ettiğimi kaçırmış olabileceğimi düşünerek ansiklopedilerin yalana ilişkin maddelerini, sözlüklerin yalan kavramına getirdiği tanımları, psikologların ya da psikiyatristlerin yalan üzerine yaptığı literatürdeki son çalışmalarını inceleme ihtiyacı hissetim.

Tekrar fark ettim ki yalancılıkta, geçmişten bugüne temelde değişen pek bir şey yok.

Konu, rezîlet ile yetenek arasında çok geniş bir yelpazede ele alınıyor.

Tabii, yetenek kısmının ne denli kötü bir yetenek olduğunu eklememe gerek dahi yok.

Lakin İBB Başkanı’nın, bu kadar açık yalanlara rağmen hâlâ oldukça ilgi görüyor olmasını, yalancılığın belirli bir tabanda daha çok bir “yetenek” olarak görüldüğüne mi yormak lazım geldiğini sorgulamaya başladım.

Ya da ortak çıkarlara hizmet eden yalanlarda herhangi bir ahlaki sorun görmemek gibi bir eğilimde mi artış var?

Bütün bunların sosyolojik ve psikolojik boyutlarının yeniden haritalandırılması gerekiyor.

Yalanın en büyük sebeplerinden birinin, “rakip karşısında kalınan çaresizlik olduğu”nu çok eskiden biliyoruz.

Baş edilemeyen gerçeğe karşı başvurulan yalanın, ahlaken ve dinimizde yerinin ne olduğunu, bir yandan da seccade ve zikirmatik dağıtanlara hatırlatmak isterim.       

Ebû Hâtim el-Büstî, Allah’ın, insanın organlarından sadece dile kendi birliğini ikrar etme yeteneği verdiğini, böylece onu bütün organlardan daha değerli kıldığını ifade ederek akıllı kimsenin dilini yalana alıştırmaması gerektiğini söyler.

Muhammed bin Kâ‘b el-Kurazî, yalancılığı şu sözüyle özetler: “Bir yalancı ancak alçak ruhlu olduğu için yalan söyler.”

İbn Mâce, aktardığı bir hadiste, “Kardeşine bir söz söylediğinde, o sana inanırken senin ona yalan söylemiş olman ne büyük bir ihanet!” der.

Müslüman bir toplumda siyaset yapan birinin çok açık “haram ve büyük günah” olan bir davranışa müracaat etmesi kadar, gördüğü teveccüh de çok sarsıcı bir durumdur.

Psikolog De Paulo’nun üçe ayırdığı yalanlardan, “Kaba Yalan”a daha çok uyan bu yalancılığın, belirli bir tabanda hiçbir sorun oluşturmaması, siyaset kurumu için çok dramatik bir geleceğin de habercisidir.

“Siyasette gerçeğin yeri nedir?” sorusu artık hak ettiği cevabı almakta zorlanıyor ve en büyük rekabetini, “kaba bir yalancılık” ile yaşıyorsa endişeli olmamızı gerektiren çok şey var demektir.

Bu soğukkanlı, kaba yalancılık sadece beni endişelendiriyor olamaz.

Hakikat tarafında yer alanların en büyük mücadelesinin yalana karşı olduğu unutulmaması gerekir…