15. yüzyıldan itibaren Batı, dünya üzerinde tedricen askerî, iktisadi ve teknolojik bir tahakküm kurduğu için ahlaki değerlerinin de üstün olduğuna dünyanın geri kalanının önemli bir kısmını ikna etti.

Bu süreçte İnsan Hakları Evrensel Beyannamesinden savaş suçlarına, basın özgürlüğünden ifade hürriyetine kadar uluslararası insancıl hukukla ilgili ciddi bir müktesebat oluştu. Bu çerçevede birçok uluslararası kuruluş ve uluslararası sivil toplum örgütü kuruldu.

Batılı devletler, kurumlar, entelektüeller, akademisyenler, devlet adamları bu konuları bir sopa olarak kullanarak dünyanın geri kalanına vaazlar verdiler, parmak salladılar, askerî işgallerini, yeni sömürgeciliği, darbe girişimlerini, diğer ülkelerin iç işlerine müdahalelerini bu, sözde evrensel değerler üzerinden meşrulaştırdılar.

Özellikle Soğuk Savaş’ın sona ermesinin ardından ABD önderliğinde tek kutuplu bir dünyanın büyüsüne kapılan Batılı entelektüeller âdeta tarihin sonunu ilan ettiler. Tüm dünya er ya da geç Batılılaşacak, neo-liberal değerler silsilesini özümseyecek; tarih Batı’ya doğru akacaktı.

Geçen 30 yıl bütün bu hesapların safça ve çocukça beklentiler olduğunu ortaya koydu. Zira ABD’nin hegemonyası her geçen gün sarsılmaya ve yeni meydan okumalarla karşı karşıya kalmaya başladı. Dünya, bugün belki hâlâ çok kutuplu bir yapıya dönüşmüş değil ama ABD’nin gücünün zirvesinde olduğu 1990’lı yılların artık geride kaldığı da inkâr edilemez bir gerçek.

ABD’nin zayıflayan tahakkümü ile birlikte Batı’nın dünyaya dayattığı sözde evrensel değerler de sorgulanmaya başlandı. Bu süreçte uluslararası insancıl hukuku ayaklar altına alan Bosna’da yaşanan soykırım, Irak’ın haksız ve hukuksuz işgali, Afganistan’daki ağır insan hakları ihlalleri, mültecilerin Akdeniz ve Ege’de ölüme terkedilmesi Batı’nın evrensel olduğunu iddia ettiği değerlerin; Mekkeli müşriklerin tapınmak için yaptıkları fakat acıkınca yedikleri ‘helvadan putlar’ gibi olduğunu ortaya koydu.

Rusya’nın Ukrayna’yı işgal girişimine verilen tepki ile İsrail’in Filistin’deki haksız işgali ve Gazze’deki etnik temizlik girişimi karşısındaki suskunluk, Batı’nın sözde evrensel, ahlaki değerlerinin tabutuna son çiviyi de çakmış oldu.

Artık mızrak çuvala sığmaz oldu. Filistin, bugün insanlığın önünde bir imtihan kâğıdıdır. Bölgede yaşananlar bir turnusol kâğıdı gibi bütün çarpıklıkları, çifte standartları açığa çıkarmış; Batı’nın, dünya üzerinde kurduğu tahakkümü allayıp pullamak için kullandığı sözde evrensel değerler yaldızını dökmüştür.

24 günde öldürülen 4 bine yakın Filistinli bebeğin kanı, hâlâ bu yalanı bize satmaya çalışan ya da üç maymunu oynayan Batılı entelektüel, akademisyen, gazeteci ve devlet adamlarının ellerine bulaşmıştır.

Bu yalanı sürdürmek, gerçekleri ters yüz etmek, hakikati bastırmak için bugün Batı’da bir cadı avı başlatılmış durumdadır.

Kur’an yakılmasını ifade özgürlüğü kapsamında savunanlar, bugün Filistin bayrağını yasaklamış durumdadırlar.

İfade özgürlüğü kutsaldır diyerek dünyanın geri kalanına caka satanlar, bugün Filistin mitinglerini yasaklamakta; Filistin halkına destek açıklayan üniversite öğrencilerini, akademisyenleri ve gazetecileri fişleyerek yeni bir Makkartist cadı avı başlatmış durumdadırlar.

Bir daha asla diyerek ‘holokost’u ve soykırımı lanetleyenler, bugün Gazze toplama kampında İsrail’in uyguladığı soykırım ve etnik temizlik karşısında üç maymunu oynamaktadır.

Basın özgürlüğü diyerek dünyanın ensesinde boza pişirenler, bugün Filistinlilerin sesini kısmak ve İsrail’in katliamlarını meşrulaştırmak için ağır bir sansürü devreye sokmuş durumdadırlar. BBC’de çalışan vicdan sahibi gazetecilerin tuvaletlerde ağladığı, bir kısmının da ücretsiz izne çıkmak zorunda kaldığı, insanların vicdanları ile cüzdanları arasında sıkıştırıldığı bir terör rejimi Batı medyasında uygulanmaktadır.

Bu toz duman dağıldıktan sonra o putları tekrardan yapacaksınız ama dünyanın geri kalanı artık putlarınıza tapmayacak. Kendi kendinize verdiğiniz zararı fark ettiğinizde iş işten çoktan geçmiş olacak; bizden söylemesi