Saddam rejimini devirmek için Irak’ı işgal eden Amerika’nın ülkedeki kurulu düzeni yerle bir ettikten sonra işbirlikçileriyle birlikte inşa etmeye çalıştığı etnik ve mezhepsel paylaşıma dayalı sistem tamamen tıkandı.

Seçimlerin üzerinden neredeyse bir yıl geçmesine rağmen cumhurbaşkanı seçilemiyor, yeni hükümet kurulamıyor, parlamento çalışamıyor derken kervana yargı da katıldı.

Geçen yılki seçimlerde kazandığı zafere rağmen hükümet kurması engellenen Mukteda Es-Sadr, yargıya bir hafta süre vererek parlamentoyu feshetmesini istemiş ancak bunun kendi görev ve yetkileri dahilinde olmadığını söyleyen yargının cevabı olumsuz olmuştu.

Bunun üzerine Iraklı Şii lider taraftarlarının parlamento bahçesinde sürdürdükleri oturma eylemini Bağdat’taki Yüksek Yargı Konseyi önüne taşıdı.

Sadr Hareketi’nin yargının siyasallaştığı iddiasıyla başlattığı protesto eylemi üzerine Yüksek Yargı Konseyi de kendisine bağlı tüm mahkemeler ile Federal Mahkeme’de adli işlemleri askıya aldı.

Irak’ta sistemin tıkanmasında yargının da rolü olduğu kesin.

Yargının benzer bir müdahalesine Türkiye de şahit olmuştu.

Abdullah Gül’ün cumhurbaşkanı seçilmesini engellemek isteyen Eski Yargıtay Başsavcısı Sabih Kanadoğlu, anayasada belirtilen 367’nin sadece karar yeter sayısı değil aynı zamanda toplantı yeter sayısı olduğu ve oylamalara en az 367 milletvekilinin katılmaması halinde sonucun geçersiz olacağı iddiasını ortaya atmıştı.

Amaç, 354 milletvekili bulunan iktidar partisinin cumhurbaşkanı seçmesini engellemekti.

Gül, TBMM’deki ilk turda 357 oy aldı ancak CHP’nin oylamaya 367 milletvekili katılmadığı gerekçesiyle yaptığı başvuru üzerine Anayasa Mahkemesi birinci tur oylamayı iptal etti.

Türkiye’deki “367 Krizi” erken seçim ve MHP’nin TBMM’deki turları boykot etmeme kararı alarak CHP’nin Meclis’i kilitleme planını bozmasıyla aşıldı.

Irak’ta da yargı cumhurbaşkanı seçimi için milletvekillerinin üçte ikisinin oylama sırasında parlamentoda bulunması gerektiği yönünde karar verdi.

Yargının bu kararı “Koordinasyon Çerçevesi” çatısı altında bir araya gelen İran yanlısı Şii grupların boykot yoluyla cumhurbaşkanı seçimini ve hükümet teşkilini engellemesinin yolunu açtı.

Fakat Irak’ta sistem tümüyle çöktüğü için kriz 2007’de Türkiye’de yaşanandan çok daha büyük.

Ne cumhurbaşkanı seçilebiliyor ve hükümet kurulabiliyor ne de seçime gidilebiliyor.

“Yıkmak kolay, yapmak zor” sözünün ne kadar doğru olduğuna bir kez daha şahit oluyoruz.

Irak’ta işgalciler ve işbirlikçileri Saddam’ı devirmekle yetinmeyip devleti yıktıktan sonra yerine yenisini inşa edemedi.

Üstelik kurmaya çalıştıkları sisteme en büyük darbe hiç beklemedikleri bir yerden; Şii-Şii çatışmasından geldi.

Sadr Hareketi’nin Yüksek Yargı Konseyi önünde başlattığı protesto eylemi Mukteda Es-Sadr’ın işaretiyle askıya alınsa da kriz - her an daha büyük bir patlamaya hazır şekilde - varlığını sürdürüyor.

Irak’ta enkaza dönüşen mevcut çarpık sistemi ortadan kaldırıp etnik ve mezhepsel paylaşıma dayalı olmayan, halkın özgür iradesini yansıtacak ve milis gruplarının silah gücüyle devleti rehin alamayacağı bir sistem kurmaktan başka çözüm yok.

Ne yazık ki bu tür bir çözüme de genelde pazarlıklarla değil kanlı savaşlarla ulaşılabiliyor.