İran Devrimi, doğru ya da tartışılacak algılara dayandı.

Algılar ideolojiyi, ideoloji taklitçi aidiyetleri üretti. Bu durum, tarihimizi ‘siyasal merkezli’ bir okumanın sonucuydu.

Kur’an ise ‘ümmet merkezli’ okumayı gösteriyordu. Ve İran’daki Devrim, Afgani’nin İttihad-ı İslam çağrısını diriltmek için bir fırsattı. Ama olmadı.

R. Tayyip Erdoğan Türkiye Devleti’ni temsilen 7 Nisan’da gittiği İran’da vahyi ölçüleri unutup Şiiciliği politikleştirmiş zor ve pragmatik bir yönetimle temas kurdu. İran’da Şii ve Sünni çatışmasını körükleyen problemler ve ümmetin ortak sorunları mı; yoksa Türkiye ve İran’ın karşılıklı ekonomik çıkarları mı daha çok konuşuldu? Ya da diyalogun ne kadarı fikri ve siyasi, ne kadarı ekonomi-politikti?

Devrim, yani revolution ötekini yıkmayı; ıslah ise kısmen inkılâbı veya evolution’ı, daha çok da fikri ve siyasi ‘köklü değişim’i ifade etmektedir. İran’da Şah devrildi, ama ıslah temelli değişim açısından sığlıklardan, sonra da sapmalardan kurtulunamadı.

Olivier Roy’un ‘siyasal İslâm’ın iflası’ söylemine hep karşı çıktık. Ama fikri ve toplumsal değişimde Sünnetullah’a dikkat edilmemesi, sonuçta Batı’nın görmek istediklerini önümüze çıkardı.

Bir kere tağut’a karşı çıkmak tüm siyasi, ekonomik ve itikadi zulüm ve azgınlıklara karşı olmayı gerektirirdi.

Ümmetin korunması veya ıslah ve inşası için yapacağımız okuma dili, toplumsal yaşamla ilgilidir. Bizim için müslimlerin iktidarı ümmetin örgütlenmiş halidir. Yani bir sonuçtur. Yani dönüşüm, Kur’an’da resullerin siretinden okuduğumuzdur; alttan yukarıya bir süreçtir.

Sahih bir iktidara, romantik ihtilallerle veya molla oligarşisiyle değil; ancak zeminden yukarıya merhale merhale oluşacak ümmet gücüyle ulaşılabilinir.

Ümmetin düşkünlük dönemlerinde İslam’ın yaşayan gücü, ıslah çabaları ve hareketleriydi. 19. yüzyıl Urvetu’l-Vuska hareketinin açtığı ıslah çığırı 20. yüzyılda karşımıza müsteşrik Esposito’nun ifadesiyle ‘İslam’ın Yükselen Yankıları’ olarak çıktı. İhvan, Ulema Hareketi, Cemat-i İslami, Hizbu’t-Tahrir, Nahda ve Şia içindeki usûli hareketler bu çizginin farklı yorumsal açılımlarıydı.

İran’daki usûli çizgi imkân buldu, beklemediği bir süreçte Şah Diktatörlüğü’nü alaşağı ederek iktidar imkânına ulaştı. Ama asıl imtihanı da o zaman başladı.

İran’daki ıslah ve usûli çizgi dayandığı kitle olarak iktidara ne kadar hazırdı?

İşte Safevi Şiası’ndan izler taşıyan kaos tutkunu Huccetiye’nin ve İran ulusçuluğu’nun önünün açılması, toplumsal dönüşüm imkânlarındaki boşluk ve zaafın giderilememesiyle ortaya çıktı.

Ve maalesef ki Huccetiye, bugün İran ulusçuluğunun asabiyesi içinde İran’a hakim hale geldi. Ve gücünü Akdeniz kıyılarına, Körfez ülkelerine ve Yemen’e kadar yaymaya çalışmakta ve ümmet birlikteliğini de emperyalizmi sevindirecek tarzda mezhep ateşinin içine sürüklemekte…

Erdoğan’ın İran’da bu konuları gündeme getirdiğini ve tartıştığını tahmin etmek zor değil.

İran’la yürütülen tüm reel-politik ilişkilere rağmen, bugünkü İran’da hak olandan vazgeçmemek gerekli. İran’daki muhalif kitleyi dini ve nizami oligarşik diktatörlükten kurtarma ve Şia içindeki usûlî çizgiyi yeniden ihya etme çabaları çok önemli.

İran’da hakka yöneliş, haklı muhalefet ve özgürlük arayışı bizlerin gündeminde olmazsa, maâzallah İran’daki özgürlük arayışı tam da Batı’nın istediği gibi emansipasyona dönüşebilir.