Bir sabah uyandığınızda camdan dışarı baktınız ve gri bir sis denizinin ardında boğulan bir şehir gördünüz. Belki de görmeye artık alıştığınız, hatta fark etmediğiniz bir manzara bu.

Ancak bu sisin adı artık belli: PM2.5. Sessiz bir tehdit. Gözle görülmez ama her nefeste ciğerlerimize işleyen bir tehlike. İşte tam da bu noktada şehirlerin rolü her zamankinden daha kritik. Dünyanın dört bir yanındaki C40 şehirleri, yıllardır iklim krizine karşı bir nevi “kent diplomasisi” yürütüyor.

Bu şehirler sadece planlar hazırlamakla kalmıyor, uygulanabilir, ölçülebilir ve toplumu kapsayan politikalar geliştiriyor. Son raporda yer alan veriler, bu mücadelenin artık yalnızca çevreyle sınırlı olmadığını; sosyal eşitlik, ekonomik toparlanma ve halk sağlığı gibi hayati alanları da kapsadığını açıkça gösteriyor.

2023’te 74 C40 şehrinde desteklenen 16 milyon yeşil iş, bunun en güçlü örneği. Yeşil ekonomi artık sadece güneş paneli üretmek ya da bisiklet yolu açmak değil. Aynı zamanda gıda güvenliğiyle, kentsel tarımla, enerji yoksulluğuyla mücadeleyle, dayanıklı konut projeleriyle iç içe geçmiş bir dönüşüm. Ve bu işler, sadece karbonu değil, insan hayatını da dönüştürüyor. Bakın, bu dönüşümün merkezinde bir de adalet var.

Paris ve Stockholm gibi şehirler, yalnızca karbon salımını azaltmakla kalmadı; bunu yaparken aynı zamanda “kimseyi dışarıda bırakmama” ilkesine sıkı sıkıya sarıldı. Paris’in sektörel stratejileri örnek alınmalı: döngüsel ekonomi, kapsayıcılık, enerji dönüşümü, biyolojik çeşitliliğin korunması ve kent yaşam kalitesini artırmaya dönük önlemler iç içe geçmiş durumda.

Stockholm ise bir adım daha ileri giderek 2030’da iklim pozitif olmayı, yani doğadan daha az değil daha fazla iyilik üretmeyi hedefliyor. Burada şu gerçeği net olarak görmeliyiz: Şehirler artık yalnızca yaşadığımız yerler değil. Aynı zamanda değişimin doğduğu, politikaların ete kemiğe büründüğü, kararların sahada test edildiği mekânlar. Ulusal hükümetler çoğu zaman müzakerelerde boğulurken, şehirler çözüme odaklı, somut adımlar atabiliyor. Ancak bu başarıların sürdürülebilir olabilmesi için birkaç temel meseleye dikkat etmek gerekiyor.

İlki, iklim finansmanında eşitsizlik. Gelişmekte olan ülkelerdeki şehirler, yeşil altyapı kurmak, hava kalitesini izlemek ya da afetlere karşı dirençli yapı sistemleri kurmak istiyor. Ama kaynaklar yetersiz.

C40 gibi platformlar bu anlamda umut verici, ama yetmez. Gelişmiş ülkelerin küresel ölçekte adil finansman taahhütlerini yerine getirmesi gerekiyor. İkincisi ise toplumsal katılım. Yeşil dönüşüm yukarıdan aşağıya değil, aşağıdan yukarıya inşa edilmeli. İnsanlar, sadece sonuçları değil, karar alma süreçlerini de paylaşmalı. Özellikle gençlerin, kadınların, yerel toplulukların sürece dahil edilmesi, bu dönüşümün sahiplenilmesini sağlar. Bir diğer kritik mesele de yerel-uluslararası iş birliği. İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük şehirlerimizin, sadece kendi ulusal stratejilerine değil, Paris, Amsterdam ya da Nairobi gibi şehirlerle doğrudan diyalog kurabileceği platformlara ihtiyacı var.

Çünkü iklim değişikliği sınır tanımıyor; çözümü de tanımamalı. Hava kalitesi demişken, C40 raporundaki bir başka çarpıcı veriyle bitireyim: 2023’te dünya genelinde yaklaşık 108 milyon insan, önceki yıllara göre daha temiz hava soludu. Bunun arkasında basit gibi görünen ama etkili politikalar var: Trafiği sınırlayan bölgeler, düşük emisyon alanları, düşük maliyetli hava sensörleri, yeşil koridorlar, kentsel ormanlaştırma projeleri…

O yüzden hep birlikte şu soruyu sormalıyız: Bizim yaşadığımız şehirler bu tabloya ne kadar yakın? İstanbul’da sabah işe giderken içimize çektiğimiz hava; Kayseri’de çocukların okul bahçesinde oynarken soluduğu oksijen ne kadar sağlıklı? Dünya, bir eşikte. Ya büyük kentler kendi içlerine kapanıp yalnızca betonla büyüyecek, ya da doğayla uyum içinde, insanı önceleyen bir geleceğin mimarı olacak. İklim eylemi artık bir seçenek değil. Bir zorunluluk. Ve bu zorunluluğun en güçlü uygulayıcıları da şehirler olacak. Kısacası, gezegeni kurtaracak olan ne küresel zirveler ne de uluslararası bildirgeler…

Gerçek dönüşüm, sokak aralarında, mahalle parklarında, şehir otobüslerinde başlayacak. Çünkü gelecek, şehrin kalbinde atıyor.