Hizmet akıncılarının birkaç sene evvelki durumu, cehaletle ifade edilip bir nebze de olsa meşru kılınabilir. Meselenin biraz derinine inersek, muhafazakâr kanadın ağırlık kazandığı toplumumuzda geleneksel olarak “Dindardan zarar gelmez’’ düşüncesinin hâkim olduğu görülür. Özellikle çocuklarına dini eğitim verme konusunda kendisini yeterli görmeyen aileler,  vicdani rahatlık arzusuyla çocuklarını çeşitli cemaatlerin kapısına emanet eder.

Fakat aileler, bu aşamada, dogmatik ritüellerin önüne geçemediğinden sağlıklı kararlar veremeyebilir.  Ayrım yapabilecek birikime sahip olmadıkları için, dürtüsel olarak toplumun onay verdiği “tanınmış’’ kapılara yönelirler. Gerçek şudur ki bu kapılardan bazısı “hayra’’ açılmayabilir. Bu önemli nokta çoğu zaman es geçilir. Sonuç itibariyle de o kapılardan bir kere girilmiş, “aldatıcı iyiler’’ kalbi bir kere kuşatmıştır… Geri dönüş zordur.

Neden en çok FETÖ’nün “kapısı’’ çalındı?

Gülen teşkilatının bir adım öne çıkmasının altında göz boyayıcı birçok sebep yatar.

Teşkilatın ilmî meselelerde takındığı ılımlı tavırlar, laisist siyasi lider ve partilere olan şaşırtıcı eğilimi, dünyanın dört bir tarafında açtığı (ajan yuvası) Türk okulları…

Tüm bunlar, FETÖ’nün gün geçtikçe -ülkenin seküler profilinde de-  güven kazanıp görmezden gelinmesine yol açan bilinçli politikalardır.  Gülen örgütü, belirlediği politikalarla her görüşten insana nüfuz etmiş, varlığını olumlu anlamda kabul ettirmiştir. Zihinlerde oluşmuş “güvenilir ve herkesçe bilinen’’  cemaat olgusu, sorgulamaya kapalı insan tipinin kurtuluşu aradığı metafizik yönelmelerde, öncelikli tercihin Gülen teşkilatı olmasını zannımca açıklar.

Bu hususta, içtimai “marka’’ takıntımızın maddenin yanında mânaya sirayet etmiş olmasının da payı büyük. Çünkü kalite ve güven problemimiz var. Refleks olarak “gösterişli’’ ve “bizim tarafımızda görüneni’’ tercih ediyoruz. Entelektüel İslam kültürüyle bağlarımız, absürt yeniliklerle koparıldığı için de hakikati ve bâtılı ayırt etmekte güçlük çekiyoruz.

FETÖ’nün deşifre edilme sürecinde örgüt tabanının psikolojisi

Gülen ve üst düzey köleleri, bilinçaltındaki nefsanî kaygıları gizli bir tehdit unsuru olarak kullanıp, teolojik belâgat desteğiyle maddi-manevi vaatlerde bulunarak gölge altına aldığı kitleyi hipnotize eder. Bunun haricinde, bilhassa yetim ve öksüz çocuklar bir numaralı hedefleridir. Kirli ideolojilerine zincirledikleri çocuk ve gençleri öyle sistematik bir biçimde zehirlerler ki; söz konusu bireyler zamanla çeşitli uyaranların etkisiyle gerçekleri kavrasa da, olup biteni önce göz ardı etme, sonra kabullenememe en nihayetinde de reddetme psikolojisine girer. Neticede bu örgütün ruhî ve fizikî olarak ekmeğini yemiştir. İçindeki boşluğu, kalbî hafakanlarını bu örgütle bastırmıştır. Konduramaz…

Aldatılmışlık hissi; acı verici, kalbi düğümleyici, aklı kilitleyici ve küçük düşürücüdür. Birey, düştüğü buhranı kabullenemez. Zamanla da öz saygısını yitirerek kendi oluşturduğu savunma mekanizmalarına sıkı sıkıya bağlanıp,  “ısrarcı ahmaklığın’’ esiri olur.

Hülasa, meşruiyet; devlet üzerindeki sinsi kumpasların aleni yapılmadığı zamanlarda, kendince ilahi huzuru yakalayan, bu sebeple de neye hizmet ettiğini sorgulamayan kandırılmış ham yobazlar üzerinden kurgulanabilir.

Lâkin idrak perdesini 15 Temmuz’dan sonra aralamayı akıl eden güruh; yaslandığı masumiyet duvarını kendi kendine yıkmış sefil bir camia olarak meşruiyet çatısından yer kapamayacaktır…