Gün boyunca onlarca insanla temas hâlindeyiz. Toplantılar, mesajlar, sosyal medya etkileşimleri… Sürekli bir iletişim hâli var ama günün sonunda çoğu insan kendini yalnız hissediyor. Çünkü temas var, bağ yok. Konuşma var, anlaşılma yok. Kalabalık arttıkça, insanın iç sesi daha da kısılıyor.

Kalabalıklar insanı beslemez; doğru insanlar besler. Herkesin olduğu yerde kendin olmak zordur. Sürekli uyum sağlamak, rol yapmak, beklentileri karşılamak insanı yavaş yavaş içinden eder. İnsan, alkış alırken bile kendini eksik hissedebilir. Çünkü kalabalıklar onay verir ama derinlik sunmaz. Derinlik, az kişide olur.

Modern çağ, görünür olmayı değerli kıldı. Çok kişi tarafından tanınmak, çok kişiyle bağlantıda olmak başarı sayılıyor. Oysa insanın ruhu, kalabalıkla değil; anlamla beslenir. Herkese yetişmeye çalışırken kendinden uzaklaşan insan, bir süre sonra ne istediğini, ne hissettiğini bilemez hâle gelir. İşte en büyük kayboluş, tam da burada başlar.

Kendinle baş başa kalabilmek bu yüzden kıymetlidir. Sessizlik, insanın aynasıdır. Orada kaçacak kimse yoktur. Gerçek sorular orada sorulur, gerçek cevaplar orada verilir. İnsan ancak yalnız kaldığında neyi sırf başkaları için yaptığını, neyi gerçekten istediğini fark eder. Sessizlik, korkutucu değil; öğreticidir.

Hayat kalabalık olabilir ama insanın içi kalabalık olmamalı. Kendini kaybetmemek, her şeyden önce kendini tanımakla başlar. Kimi hayatından çıkardığını, kime yakın durduğunu, neye “hayır” dediğini bilmekle… Çünkü insan, kalabalıklar içinde değil; kendi iç dünyasında yolunu kaybeder. Ve o yolu bulmak, cesaret ister.