Yalnızlık çoğu zaman korkulan bir duygudur. İnsanlar yalnız kalmamak için yanlış ilişkilerde kalır, kalabalıkların içinde kaybolur, kendini susturur. Sürekli bir ses, bir meşguliyet, bir oyalayıcı arar. Çünkü yalnız kalmak, insanı kendisiyle baş başa bırakır. Oysa yalnız kalabilmek, insanın kendisiyle kurduğu ilişkinin gücünü gösterir.

Yalnızlık, terk edilmek değildir. Seçilmiş yalnızlık; insanın kendini duymasıdır. Sessizlikte kalan insan, kaçamadığı sorularla yüzleşir. “Ben ne istiyorum?”, “Nerede yoruldum?”, “Neyi görmezden geliyorum?” Bu sorular rahatsız edicidir ama iyileştiricidir. Çünkü insan ancak bu yüzleşmelerle büyür.

Sürekli birileriyle olmak, insanı her zaman korumaz. Aksine, kendinden uzaklaştırabilir. Kendi düşüncelerini bastıran, yalnız kalmaktan korkan insan zamanla ne istediğini de bilemez hâle gelir. Başkalarının beklentileri, kendi sesinin önüne geçer. Böyle bir kalabalık, yalnızlıktan daha ağırdır.

Yalnız kalabilen insan, ilişkilere daha sağlıklı girer. Çünkü boşluk doldurmak için değil, paylaşmak için bağ kurar. Yalnızlıktan kaçmadığı için ilişkiye tutunmaz; ilişkide kalmayı seçer. Bu da bağımlılığı değil, dengeyi doğurur.

Toplum yalnızlığı zayıflık gibi gösterir. Sürekli sosyal olmayı, hep birileriyle olmayı başarı sanır. Oysa kendinle kalabilmek büyük bir cesarettir. Herkes kalabalığa karışabilir; az insan kendi sessizliğine dayanabilir.

İnsan, yalnızlıktan kaçmayı bıraktığında kendini bulur. Ve kendini bulan biri, artık yalnız kalmaktan değil; kendini kaybetmekten korkar. Çünkü gerçek güç, insanın kendiyle barış içinde oturabilmesidir.