Herkesin kafasında bir hayat taslağı vardır. Nerede olacağını, kimle yürüyeceğini, ne zaman mutlu olacağını planlar. Zihnimizde kurduğumuz bu senaryo, bize güven verir; belirsizliği kontrol altında tuttuğumuzu hissettirir. Ancak hayat, çoğu zaman bu taslağa sadık kalmaz. Beklenmedik kayıplar, yön değiştiren yollar, yarım kalan hayaller çıkar karşımıza ve insan bir anda kendini hiç hesaplamadığı bir yerde bulur.
İnsan en çok “böyle olmalıydı” cümlesinde yorulur. Çünkü bu cümle, yaşananı değil; yaşanamayanı düşünmeye zorlar. Kabullenememenin, geçmişle kavga etmenin ifadesidir. Oysa hayatın büyük bir kısmı kontrolümüz dışında gelişir. Bu gerçekle yüzleşmek acıtır; ama aynı zamanda insanı olgunlaştırır. Kontrol edemediğimiz şeyleri bırakmayı öğrenmeden, iç huzura ulaşmak mümkün değildir.
Planların bozulması her zaman başarısızlık değildir. Çoğu zaman yeniden yön bulma fırsatıdır. Hayat bazen bizi zorla durdurur; çünkü yanlış yöne gittiğimizi fark edememişizdir. O anlar sarsıcıdır, hatta haksızlık gibi gelir. Ama geriye dönüp bakıldığında, insanı asıl büyüten anların genellikle bu kırılma noktaları olduğu görülür.
Esnek olabilen insanlar kırılmadan yoluna devam eder. Değişimi düşman değil, öğretmen olarak görenler ayakta kalır. Çünkü hayat tek bir doğru çizgiden ibaret değildir; sapmalar, duraklamalar ve yeniden başlamalarla ilerler. Direnenler yorulur, uyum sağlayanlar güçlenir.
Hayat beklediğimiz gibi olmadığında kendimize sormamız gereken soru şudur: “Bundan ne öğreniyorum?” Bu soru insanı kurban psikolojisinden çıkarır, sorumluluğu geri verir. Yaşananı inkâr etmeden, anlamlandırmanın kapısını aralar.
Çünkü hayat, planlara değil; duruşlara bakar. Ne kadar tutarlı, ne kadar esnek ve ne kadar kendin kalabildiğine… Ve bazen tam da planladığımız hayat yıkıldığında, bize gerçekten ait olan yol görünür hâle gelir.