Erbakan Hoca yıllarca Türkiye’nin birçok yerinde Fetih kutlamalarında konuştu. İstanbul’un Fethi her yıl, kutlamanın yapılacağı şehrin stadyumunda ihtişamlı bir şekilde gerçekleştiriliyor, fethe ‘işgal’ diyenlere her yıl cevap verilmiş oluyordu adeta. Prensip olarak Kurban ve Ramazan bayramları haricinde herhangi bir yıldönümüne sıcak bakmasam da kutlamaların siyasi ve toplumsal anlamda büyük bir ehemmiyeti olduğu ortaydı.

Hocanın âdetiydi; bazı özel tarihlerin sene-i devriyesinde mesaj vermek, hatırlatma yapmak. Daha politikaya atıldığı ilk zamanlarda dahi partisinin –MNP- kongresinin yapılacağı büyük salona dev bir II. Abdulhamid posteri astırmış ve o zamanlara kadar süregelen ‘kızıl sultan’ yakıştırmalarının hafızalarda yıkılmasına ön ayak olmuştu. Hatta o kongreye Mehmed Akif Ersoy’un yol arkadaşı Eşref Edib Fergan da katılmış ve yaptığı konuşmada Akif’in sözünü ettiği ‘asımın neslini karşımda görüyorum’ demişti.

Fetih kutlamalarının hiç değişmeyen teması ise fethin ve Fatih’in önemine atıf yapılan konuşmaydı. Hoca bu konuşmalarda, Mekke’nin Fethi’nden başlar Kudüs’ün Fethi ile devam eder, Sultan Fatih’ten, Akşemseddin’den, İstanbul’un fethini müjdeleyen sözlerden, İbn Arabi’den söz açar, karşısındaki kitleleri coştururdu. İslam dünyasının dört bir tarafından gelen Müslüman liderler de bu heyecana ortak olur ve Türkiye Müslümanları ümmetin sembol şahsiyetlerini görür, kendilerini daha güçlü hissederlerdi. Erbakan Hocan’ın fetih kutlamalarında cihada dikkat çektiği bölümler ise oldukça çarpıcı ve heyecanlandırıcıydı. Kürsüde bütün haşmetiyle cihadı ve cihadın faziletlerini anlatan hoca, muhakkak sözü Ebu Eyyüb El-Ensari’ye getirir ve ihtiyarlanmanın cihada mani olmadığını anlatmak üzere şu nakledeceğim tarihi vakayı müthiş hitabetiyle kitlelere duyururdu.

“İstanbul’un fethinden alınacak en büyük derslerden biri de Ebu Eyyüb El-Ensari’nin tavrıdır” derdi Hoca. Medine’den gelip ilk biat eden Müslüman olan El-Ensari Hicret’ten sonra Peygamber Efendimizi (SAV) evinde misafir eden bir kimseydi. İlk İslam devletinin onun evinde kurulduğu rivayet edilir. Hem Peygamber döneminde ve hem de sonrasında İslam ordularının ön saflarında cehd eden bu sahabe, İstanbul önlerine gelen ilk ordusunun da içindeydi. (Bu dönem kaynaklara göre Emevi’lerin dönemidir ve ordu Yezid Bin Muaviye komutanlığında İstanbul’a gelmiştir.)

Ebu Eyyüb, İstanbul’a geldiğinde doksan yaşındadır. Altı oğluyla birlikte Bizans’a karşı verilen savaşta okların hedefi olmuştur. Savaş tüm hummasıyla devam ederken ordudaki genç komutanlardan biri Ebu Eyyüb El-Ensari’nin yanına gelir ve “Ya Ensari, sen bize Allah Rasulü’nün hediyesisin. Lütfen okların üzerine bu kadar atılma, biraz geride dur” der. Der demesine ama genç komutanın bu telkinlerini dikkate almaz El-Ensari. Günler süren muhasara devem ederken o genç komutan endişeli bir şekilde yeniden gelir Ebu Eyyüb’e. Onu ikna etmek için der ki “Sen Peygamber efendimizin arkadaşısın, bize emanetsin, niçin bu oklara atılıyorsun? Sana biri isabet ederse biz ne yaparız. Lütfen geride dur” Tüm bu telkinlere kulak asmayan Ebu Eyyüb, o yaşına rağmen oğullarıyla birlikte savaş meydanında cenk etmektedir. Genç komutanın birkaç teşebbüsü daha olur ama nafile. Genç komutan, en sonunda etkili bir konuşma yapıp ikna etmek üzere tüm cesaretini toplayarak yeniden gelir ve Sure-i Bakara’nın 195. ayetini hatırlatarak; “Bak Allah Kur’an’da kendinizi tehlikeye atmayın buyuruyor, oysa sen kendini tehlikeye atıyorsun” deyince Ebu Eyyüb El-Ensari orada genç komutana ibretlik bir ders verir.

Ebu Eyyüb El-Ensari kendisinin daha pasif durması gerektiğini söyleyen genç komutana sorar “Evladım, kaç yaşındasın” genç komutan yaşını söyler, sonra El-Ensari “Bak gördün mü, o ayet indiğinde sen daha doğmamıştın bile. Ben ise Efendimizin dizinin dibindeydim. ‘Kendinizi tehlikeye atmayın’ ifadesinin geçtiği ayet şöyle bir hadise üzerine inzal oldu: Biz bir seferden yeni dönmüştük, henüz dinlenmeye fırsat olmadan Rasulullah yeni bir sefer emir buyurdu. Aramızdan bazıları kritik bir zamanda gelen bu emir üzerine Peygamber Efendimizin yanına giderek ‘Ya Rasulallah, emriniz başımız üstüne ancak, şu içinde bulunduğumuz birkaç gün, hurmalarımız için çok önemli. Hurma geçim kaynağımız, onun için bakımlarının yapılması lazım. Dolayısıyla seferi birkaç gün tehir etsek olmaz mı’ diye sordular ve ayet tam o anda indi. ‘Ey Müslümanlar, hurma ağaçlarının yapraklarını seyrelteceğiz, topraklarını havalandıracağız diye dünyalık işlere dalmak suretiyle cihadtan geri durarak kendinizi tehlikeye atmayın. Ayetin manası bu’ dedi Ebu Eyyüb. Hoca bu hadiseden sonra sözünü şöyle tamamlardı: “Unutmayın ki asıl tehlike, hakkı ve adaleti hâkim kılmaktan geri durmaktır.”