Siyaset bir oyun. Soğuk Savaş sonrası daha pragmatik bir düzleme oturan ve doğrusu yanlışı üç aşağı beş yukarı şekillenmiş bir oyun. Tahammül gerektiren, hamlelerin zamanlama çerçevesinde yapılması lazım gelen ve nihayet kurallarını bizim belirlemediğimiz bir oyun.

Şüphesiz sermaye ve medya ikilisi de siyasetle atbaşı yürüyen unsurlar olarak karşımıza çıkıyor. Siyaset kurumunun medyasız ve sermaye gruplarından bağımsın hareket etmesi oldukça zor. Hatta neredeyse imkânsız. Diğer taraftan sermaye sahipleri yönetici kadro ile iyi geçinmek mecburiyetinde. Türkiye ölçeğinde durum bu. Yine medyanın sermaye ile olan organik bağını dikkate aldığımız zaman, siyaset-sermaye ilişkisinin de sağlamasını rahatlıkla yapabiliriz.

Uluslararası alanda durum biraz daha faklı. Sermayenin bir şekilde siyaseti dizayn ettiğini, kitlelerin ikna edilme işinin ise siyaset kurumuna ihale edildiği bir tablodur gördüğümüz. Buraya kadar tamam.

Medyanın hükümet edenlerin politikalarını beğenmesi yahut ona muhalif olması anlaşılmaz bir şey değil. Ancak muhalefet yahut yanında yer almak başı sonu belli bir ilkeler bütünlüğü içinde olmalı değil mi? Yani şartlar her ne olursa olsun muhalefet etmek ne kadar sağlıklıdır? Tam tersi yöndeki soru da en az bunun kadar mühim.

İnternet gibi araçların çoğalmasıyla beraber haber/bilgi kaynaklarının artık bireyi kendine maruz bırakacak bir mecraya ulaşmasının ürettiği en temel tehlike meselelerin sulandırılması, ciddiyetinin yitip gitmesi değil mi? Sadece bu kadarla da sınırlı değil mesele. İnsanlar artık eskisi gibi güvenmiyor ‘haber ve bilgi kaynaklarına’ Peki medya için bu bir sorun değil mi? Bence sorun hem de tahminimizin çok daha üstünde bir sorun.

Meselenin bu hale gelmesinde çok çeşitli sebepler olsa da oturup ilkesizliği, denetimsizliği ve tepkisizliği konuşmak zorundayız. Toplumu maniple etmekte beis görmeyen gazetecinin, yazarın bu memlekete ne hayrı dokunabilir. Günü kurtarmadan başka derdi olmayan, daha doğrusu ‘dertli’ olmayan, tuzu kuru tiplerin ilkesi ne olabilir ki. Böyle bir profil sabahtan akşama TV kanallarında boy gösterse, 7/24 canlı yayında yorum yapsa ne kıymeti var. Diğer yandan herhangi bir değer üzerinden ahlaki ya da hukuki bir denetim mekanizmasının işletilmemesi sözünü ettiğim hoyratlığa ön açmaz mı? Açar, açtı, açıyor. Maalesef.

Ya uyuşturulmaya çalışılan kitlelerin tepkisizliğini nereye koyacağız? Tam olarak şuraya: Kitlelerin herhangi bir tepki büyütmesi için oluşacak zemin yine kanaat sahibi kimseler tarafından inşa edilir. Sosyolojik karşılığı olan yapılanmalar öne çıkar ve çağrı yapar. Kitleler kabul ederse tepki yükselir. Ancak şu durumda izaha çalıştığım girift sarmaldan dolayı böyle bir vaziyet hasıl olmuyor. Yani kanaat sahipleri sermayeden sermaye siyasetten bağımsız değil.

Şu durumda ‘eğitim şart’ klişesine bağlamaktan başka çare gelmiyor aklıma. Pırıl pırıl gençlerin yetişmesi için uğraşan didinen kurumlar önemli işler yaptı, yapıyor. Devlet eskisinden çok daha fazla destekliyor belli çalışmaları, teşvik ediyor. Ama kâfi mi? Hayır. Belli bir usul çerçevesinde iyi bir üslup tedrisatı yapılabilen medreseler inşa etmeliyiz. Yanlış anlaşılmasın taahhüt işi değil söz ettiğim. Bu inşa süreci dertli insanların yaptığı gibi gönüllere inşa edilmeli. Yol buradan yapılmalı, yapılan bu yol üzre yürünmeli. Aksi takdirde usul bilmeyen, üslup bilmeyen, zevat çıkar ve bugün eleştirdiğimiz ne varsa müdafaa eder…