Mültecilere vatandaşlık verilsin mi verilmesin mi, tartışması sürüyor. Her kafadan bir ses çıkıyor. İstatistikler konuşuyor, ‘fayda’ eksenli açıklamalar yapılıyor. İşin insani boyutu ise ancak hikâyeler üzerinden anlaşılıyor bence. Evet, hikâyeler meselenin ‘biz’ tarafını hatırlatıyor bize. Öyle ki ‘Biz kimiz’ sorusunun cevabını veriyor. İşte birkaç örnek; sosyal medyada her gün onlarcasını görebileceğiniz verilerden sadece üçü:

Suriyeli bir gencin, belediye otobüsünde yanındaki kız rahatsız olmasın diye yer müsait olduğu halde yere çömeldiği fotoğrafı görmediyseniz açın bakın mesela.

Bir de Gazze var, Gazzemiz. Abluka altında senelerini geçiren onurlu insanların ülkesi. Bakın orada neler konuşuluyor.

Gazzeli çocuklara soruyorlar, “Gazze’ye bir milyon civarında Suriyeli mültecinin geleceğine dair söylentiler dolaşıyor ne düşünüyorsunuz” diye. “Elbette diyor” ilk çocuk. “Hoş safa gelsinler. Bizim yurdumuz onların yurdu.”

Bir başka çocuk grubuna aynı sual yöneltiliyor. “Allah’a yemin ederim bu harika bir haber” diyor, “Onlarla arkadaş oluruz, oyunlar oynarız. Onları bizden biriymiş gibi karşılarız. Allah nazarında hepimiz biriz.”

Ardından kız çocukları… “Harika bir haber” diyorlar. “Hoş geldiniz diye karşılarız onları, hepimiz aynı milletiz.” Mülakatı yapan teyit etmek için soruyor yeniden,”Yani bir milyon Suriyeli’nin gelmesini kabul ediyor musun” oldukça kararlı bir şekilde “Evet” diyorlar “Elbette…”

Sonra işportacılık yapan bir başka çocuğa soruluyor soru ama biraz daha değiştirerek. “Sen ve diğer Gazzeli çocukların burada bir şeyler sattığını görüyorum hep. Bu Suriyeli çocuklar senin satmak istediğin gibi bir şeyler satmak isteyebilir. Bu sorun değil mi?” Çocuk, “Sorun olmaz” diye cevaplıyor soruyu; “Rızkımızı Allah veriyor.” Sorular daha zorlayıcı bir şekilde sürüyor: “Suriyeli çocuklar sizin işinizi elinizden alsa siz de başka bir iş aramak zorunda kalsanız bile mi?” Bu mütebessim işportacı çocuk dünyaya ders veriyor adeta “Onların içinde bulundukları şartları ve başlarından geçenleri anlıyorum. Savaşı yaşıyorlar. Allah yardımcıları olsun…”

Bir başkası, “Gazze yeterli olmasa da bu bir gereklilik; onları iyi karşılamak bizim görevimiz ve sorumluluğumuz.”

Diğer bir çocuk: “Onlara kapımızı açmalıyız, biz aynıyız, biz bir milletteniz.”

“Onlara yaşabileceği evler inşa ederiz” diyor başka bir grup çocuk.

Bu çocukların çoğu henüz 15 yaşında bile değil.

Dün sosyal medyada gördüğüm bir başka hikâye en az yukarıdakiler kadar sarsıcı.

Annesi vesilesiyle Suriyeli bir aileye yardım eden, iş bulan ve nihayet onlarla dost olan birinin yazdıklarıydı bunlar. Ailenin babası çalışkan, ahlaklı bir adam. İhtiyacından fazlasını istemeyecek kadar izzet sahibi.

Kızlarını Türkiyeli bir aileye gelin verince hikâye kötü bir finalle bitiyor. Damadın, kızını darp ettiğini öğrenen baba, kavgaya tutuşunca damadın daha güçlü (!) ailesi adamın sınır dışı edilmesini sağlıyor. Kendisi ve oğluyla, kızını koruduğu için sınır dışı edilen bu insanların iki buçuk ay sonra ölüm haberleri geliyor. Esed zalimine bağlı güçler bir köyde öldürüyorlar zavallıları. İnşallah şehittirler. Sonra Türkiye’ye geliyor cenazeler ve buraya defnediyorlar.

Hadi kalın sağlıcakla…