Dünyada hiçbir şey aynı hal üzere devam etmez kâri. Her şey bir evvelkine göre değişir, başkalaşır. Dün ile aynı değildir bugün ve inan ki yarın da bugünden farklı olacak. Ben de, sen de ve her şey de öyle… Hani bir mübarek dava adamı “fena ve fani bir adamın baki ve güzel bir sözü var” dediği sözündekine benzer bir başka adamın “değişmeyen tek şey değişimdir” demesi de hakikattir.

Bizim zamanımızda yani şimdi dünya yeniden değişiyor ve şekilleniyor. Olan şey aslında hep aynı olan… Bir savaş demiyorum ben buna esasen Habil ve Kabil’den beri gelen bir karşılaşma. Ve hatta belki de daha evvelinde iblisle başlayan bir davadır bu. Mesele hak ve batılın karşılaşması… Bir savaşsa şayet bunun adı karşı karşıya gelenler yalnızca ismi konmuş devletler değil esas karşılaşanlar inançlardır. Hep öyle olmuştur ve yine öyle oluyor. Bundan asırlar evvel elinde kılıçla, okla taa bilmem nerelerden “Kudüs’e gireceğiz” diye naralar atıp gelenlerle şimdi Suriye’ye, Türkmen Dağı’na, Şam’a hatta Irak’a “özgürlük getiriyoruz” diyerek gelenler aynıları. Maksat aynı, kafa aynı, hedef aynı ama suretler başka. Ve bu meselede en gereksiz ve lüzumsuz olan şey suret… İsmi şu ya da bu devlet olsa da esasen aynı millettir ve eskilerin dediği gibi “küfrün milleti tektir.”

Hem bu savaş yeniden başlamış değil. Bir şeyin yeniden başlaması için bitmesi değilse de en azından duraklaması gerekir. Bu savaş hiç durmadı, duraklamadı, bir gün bile olsa fasıla olmadı. Evet, belki savaş meydanlarında eskiden olduğu gibi merdane bir karşılaşma görülmedi birkaç zamandır. Aslında biz savaş meydanlarında yenildiğimiz zaman yenilmiş olmadık. Asıl yenilgimizi gönlümüzde, inancımızda verdik. Onları bıraktığımız zaman da zaten kaybettik. Yani bu savaş hiçbir vakit durmadı, her vakit saldırdılar. “Dostuz” dediklerinde de düşmandılar. Şimdiyse eskiden beri tecrübe ettikleri ve dedelerinden tevarüs onlara da geçen merhamet, haysiyet yoksunluğu ile yine aynı habis davaları için ne milli, ne dini, ne kalbî –ki onlar bunun ne demek olduğunu bile bilmezler- bir bağlantıları olmayan topraklarda insanları katlediyorlar. He şu da var aslında onların uşaklığını yapan ama Müslüman olduklarını iddia eden mahlûklar da yeni tebelleş olmadı başımıza, evvelden de vardılar. Yani resim başka olsa da çizen el aynı…

Ve bizim tarihi misyonumuz da aynı. Neredeyse bin yıldır yapılan resmiyette dokuz haçlı seferinin karşısında asırlar evvelinde nasıl ki ecdadımız duruyorduysa ve müdafaa ettikleri sadece toprak değildiyse bugün yine yapılan ismi konmuş olmasa bir haçlı seferidir ve karşısında yine biz durmaktayız. Ve yine içimizden çıkıp, bizimle aynı kıbleye döndüğü, aynı dine inandığı iddiasında olanlar sırtımızdan vurabilmek için hançerlerini kınlarından çıkarmış haldeler. Yani hikâye eski hikâye, hatta çok eski bir hikâye kâri.

Ve bir kıssadır ki anlatılır; İngiliz’in biri bir Türk’e der ki;

-“Biz sizi hiç sevmeyiz. Zira Çanakkale’de çok fazla askerimizi öldürdünüz.”

Türk olan vakur bir halde cevap verir;

-“Doğrudur da Çanakkale dediğiniz bizim toprağımızdır ve orayı korumak için savaşıyordu dedelerimiz. Peki sizin orada ne işiniz vardı?”

Şimdi “askerimizin oralarda ne işi var?” diyenlere sormak lazım “Orası çok değil bundan bir asır evvel bizim toprağımızdı ve hala soydaşlarımız, dindaşlarımız orada katlediliyorlar. Gidilsin mi gidilmesin mi elbette tartışılabilir. Peki ama dünyanın ta bilmem neresinden gelip de masumları öldürenlerin orada ne işleri var?”