İnsan hafızası, belki de ilahi bir lütufla hatıralardaki kötü anıların üstüne kadife bir tül örtüyor ve daha çok iyi olanları saklıyor. Hatırlananlarının sıcaklığı da yaşananları ‘hatıra’ kılıyor. Hafızaların taze tuttuğu bu hatıralar, geçmişe özlemle bakılabilecek mutlu pencereler açıyor. Ben küçük penceremden baktığımda birçok hatıramın zemininde siyah-beyaz mutluluklar saçan Yeşilçam’ı görüyor ve gözümün önünde canlanan her kareyle mutlu oluyorum.

Bu pencereden baktığımda Lütfi Akad’ın samimiyetini, Metin Erksan’ın tutkusunu, Yücel Çakmaklı’nın derdini, Osman Seden’in neşesini, Halit Refiğ’in kavgasını, Atıf Yılmaz’ın üslubunu, Ayşe Şasa’nın bereketini, Yılmaz Güney’in de umudunu görüyorum.

Bu pencereden baktığımda Cüneyt Gökçer’in asaletini, Orhan Günşiray’ın gülümsemesini, Ayhan Işık’ın karizmasını, Belgin Doruk’un tebessümünü, Hulusi Kentmen’in babacanlığını, Nubar Terziyan’ın şefkatini, Hüseyin Peyda’nın bakışlarını, Neriman Köksal’ın erkeksi tavırlarını, Sadri Alışık’ın selamını, Feridun Çölgeçen’in, Atıf Kaptan’ın, Turgut Özatay’ın, Bilal İnci ve Erol Taş’ın kötülüklerini; fakat hepsinin üstünü bir merhamet şalı gibi sarmalayan yüzlerce gülümseyen yüzü hatırlıyorum.

Bu hatıralara kulak verdiğimde Abdurrahman Palay’ın, Agâh Hün’ün, Yıldırım Önal’ın, Müşfik Kenter’in, Sadettin Erbil’in, Hüseyin Baradan’ın, Adalet Cimcoz’un, Jeyan Mahfi Tözüm’ün, Alev Koral’ın, Sevim Şengül ve daha onlarcasının yüreğimi ürperten ya da gönlüme serinlik veren seslerini duyuyorum.

Belki de burada isimlerini saymakta aciz kalacağım kahramanların samimiyeti, onların hikâyelerini benim hatıralarıma payanda yapıyor. Onlar gülerken güldüğüm, ağlarken ağladığım ve anlattıkları hikâyelere inandığım için onları özlüyorum. Daha küçücük bir çocukken bütün renkleri, siyah-beyaz filmlere sıkıştırmam da Türk sinemasına tarif edilmez bir tutkuyla bağlanmam da onların sayesinde.

Belki aşk, en çok siyah-beyaz filmlere yakıştığından belki fedakârlık, 35 milimetrelik kameraların kadrajına sıkıştığından… Belki de yaşamayı, başkaları için yaşayabilmek olarak görenler en çok beyaz perdeye yakıştığından böyle hissediyorum. Ya da alnının akını perdenin beyazlığına yansıtanlar, böyle hissetmemi sağlıyor.

Yeşilçam’ın ürettiği evrensel niteliğe sahip filmleri göremeyenler, sıcacık hikâyelerine dokunamayanlar, samimiyetini hissedemeyenler ne kadar tahkir etmeye çalışsa da Yeşilçam, hiçbir sonbaharda yapraklarını dökmedi. Hafızamızdaki hatıralarla bütünleşen Yeşilçam, benim gözümde siyah-beyaz bir mutluluk kaynağı… Nasıl bir çam, yapraklarının küçük olmasından dolayı kışın da yeşil kalabiliyorsa, Yeşilçam da anlattığı küçük hikâyelerin sıcaklığıyla içimizi ısıtıyor, gönlümüzde canlılığını her dem koruyabiliyor ve yemyeşil kalabiliyor.

İğneli yapraklarından dolayı Yeşilçam’a dokunamayanlar ise çam kozalağının içindeki fıstığı görecek bilgi ve hikmete sahip olamayanlar…