Bugün sosyal medyada Fransızların Türkiye hakkındaki yorumları beni epey gülümsetti. “NATO'daki Türkiye Rusya ile yakınlaşıyor ama aynı zamanda Rusya ile savaştaki Ukrayna'ya SİHA satıyor ve Rusya'nın desteklediği Esed rejimine karşı” veya “Türkiye ve İsrail ilişkilerinde normalleşme adımı atıyor ancak Türkiye Filistin'in yanında olmaya devam edeceğini açıklıyor” tarzı yorumlarla jeopolitik gelişmeler karşısındakini şaşkınlıklarını ifade ediyorlardı.

Peki bunu nasıl açıklayabiliriz? Devletler, bireyler gibi duygusal davranmaz, davranmamalıdır. Dil, din, kültür, tarih açısından birbirine yakın ülkelerin yakın ilişkiler içinde olması da kaçınılmaz olduğu gibi birbiriyle çok alakasız ülkeler konjonktürel olarak aynı masaya da oturabilir. Tarihte Fransa kralı I. François ile Kanuni Sultan Süleyman'ın Kutsal Roma Germen İmparatoru V. Karl'a karşı birleştiğini hatırlatalım. Bu belki şimdi bizlere çok tuhaf gelmeyebilir ancak zamanında bu ittifak Hristiyan ülkelerde çok ses getirmiş, “Hıristiyan bir kralın Müslümanlarla ittifak yapıp Hıristiyanlara karşı savaşması olarak” yorumlanıp I. François “hain” bile ilan edilmişti.

Lafı uzatmadan şunu söylemek istiyorum. Türkiye Batı güçlerinin sık sık düşmanca ve dışlayıcı tavrına karşı, gerektiğinde Rusya ile aynı safta olmak zorunda. Ancak Karadeniz'de çok güçlü bir Rusya kendisi için tehlike teşkil edeceğinden Ukrayna'nın toprak bütünlüğünü de sonuna kadar desteklemeli. Filistin'deki zulüm nedeniyle İsrail ile iyi ilişkiler içinde olmak her ne kadar imkânsız da olsa, bölgede artan Yunanistan tehlikesi ve Türkiye'nin enerji alanında üstlenmek istediği önemli rol nedeniyle İsrail'i de göz ardı etmek imkansız. Bugün bir ülke başkanını eli kanlı Suudi Arabistan Veliaht Prensi Bin Salman ile bir araya getiren de, Esad ile görüşülmesi gerektiğine inandıran da aynı mantık.

Tabii ki ülkemizde olduğu gibi dünyanın diğer köşelerinde de bu tarz hamleler, ani virajlar bazen tutarsızlık olarak nitelendirilip tepki toplayabiliyor. Keza zamanında Élysée Sarayı'nın bitişiğinde çadır kurabilen Kaddafi, Fransa'nın Libya müdahalesi sonucu öldürülmüştü. Bugün kendi toprakları içinde gittikçe Müslümanları ayrıştırıcı bir politika takip eden Macron, Sisi'yi kırmızı halı ile karşılayabiliyor veya Bin Selman ile samimi pozlar verebiliyor. Kısaca ülkeler kendi çıkarlarına ne uygunsa ona göre hareket ediyorlar.

Öte yandan, dünyanın geri kalanı ile bir karşılaştırma yapıldığında Türkiye'nin yine de farklı bir noktada olduğunu düşünüyorum. Gerek göçmenlere karşı takındığı yardımsever tavır gerek insani yardımlarda dünyanın en cömert ülkesi haline gelmesi gerek de bazı ülkelerle kurduğu çıkar ilişkilerine rağmen korkusuzca haksızlıkların karşısında durabilmesi Türkiye'yi uluslararası sahnede farklı bir noktaya taşıyor. Bugün dünya basını ve siyasetçiler Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın giderek daha çok “dünyanın kurtarıcısı” gibi davrandığını yazıyor. Hatta biliyorsunuz ki eski ABD Savunma Bakanlığı Müsteşarı Dov S. Zakheim, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Ukrayna tahıl krizinin çözülmesinde oynadığı rol ve göç konusundaki politikalarına dikkati çekerek, Erdoğan'ın Nobel Barış Ödülü'ne aday gösterilmeyi hak ettiğini bile söyledi.

Aslında dış siyasette gözlemlenen ve “tutarsızlık” gibi yorumlanan gelişmeler iç siyasette de bolca mevcut. Ermenistan'da halk “Paşinyan istifa” diye sokaklara döküldü, sonra yine onu seçti. Fransa, Sarı Yelekliler'in gösterileri ile sarsıldı ve bütün kitlesel tepkilere rağmen Macron başta kaldı. Suriye Cumhurbaşkanı Beşşar Esed'in seçimlerde yüzde 95.1 oy alarak yeniden seçildiğine değinmek bile istemiyorum -çünkü seçimlerin ne derece demokratik olduğu tartışılır- ama o da o ya da bu şekilde iktidarda kalmayı başarabildi.

O yüzden genel olarak hem iç hem de dış siyasette bir kişiye / ülkeye karşı beslenen husumet veya sempati hisleri jeopolitik gelişmelere göre bir anda tersine çevrilebiliyor. Örneğin kim derdi ki Dağlık Karabağ savaşında Türkiye'ye tehditler savuran Paşinyan, bugün “Türkiye ile diyalog çok olumlu” tarzında açıklamalarda bulunsun?

Siyasette satır aralarını okumayı iyi bilmeli, gelişmelere duygusal tepkiler vermek yerine mantık ile yaklaşılmalıdır. Kaldı ki kamuoyuna yansıyan siyaset buz dağının sadece görünen kısmıdır, istihbari kısmı çok daha kapsamlıdır. Kısaca Bismarck'ın da çok güzel belirttiği gibi “siyaset bir ilim değil, bir sanattır”.