Zafer Haftası’nın ortak bakış ve hissedişe bir kapı kılınması için anlamı üzerine konuşmak, düşünmek ve ortak bir irade gerek. Bu hafta Anadolu’ya giriş kapısı Malazgirt Meydan Muharebesi ile Anadolu’yu Bizans özlemi ile işgal etmeye gelen Emperyalist-Haçlı kalıntılarının Anadolu’dan atılmasının tarihlerini kucaklar. 1071’in Malazgirt askerleri ile 1922’nin Dumlupınar askerleri aynı ruhla, aynı zihniyete mensup kuvvetlere karşı savaştılar. Anadolu’nun vatan kılınması ve vatan olarak kalmasında bu iki olay, kimilerinin kendilerince tercüme edip niyet okuması yaparak Cumhuriyet’in kurucu kadrolarının tarihine karşı bir tarih ihdas etme basitliğinde bir çaba değildir; aksine iki tarihi aynı anlam havuzunda bütünleştirme çabasıdır.

Malazgirt Anadolu’yu vatan yapmanın ilk adımı; Dumlupınar Anadolu’dan asla vazgeçilmeyeceğinin son savaşıdır. Dumlupınar’dan Cumhuriyet’e giderken kayıt dışı bırakılan Malazgirt ruhunun yeni Türkiye’nin yeniden inşasında hatırlanmasının ve kurucu ilkelere dahil edilmesine ihtiyaç var. Bu anlam Malazgirt ruhunun, fikrinin Dumlupınar’da başlayan ‘Büyük Taarruz’ sonrasında ilan edilen Cumhuriyet ve kazanımlarına yeniden aşılanarak Cumhuriyet’in 100. yılına yerli ve tutarlı bir anlayışla taşınması çabasıdır. Malazgirt savaşındaki tüm etnik unsurların birlikteliğinin Çanakkale ve Dumlupınar’da da olduğunun hatırlanmasıdır. Bu yeni anlayış ve anlam sistemin kendi insanıyla barışmasının da başlangıcı olacaktır.

Malazgirt’i İbrahimî Millet fikri üzerinden okumak gerek. Malazgirt’te tarafların yer alma biçimlerinin de yeni nesillere anlatılarak Selçukluların öncülerinin 1018 yılında Van Gölü civarında görüldüklerini ve 16 Ağustos 1064 tarihinde Ermenilerin önemli dinî ve siyasi merkezi olan Ani şehrinin Selçuklular tarafından alınmasına rağmen Ermenilerin Malazgirt’te Bizanslılarla birlikte Müslümanlara karşı savaşmadıklarını; Bizans ordusunda Türk unsurların, Alparslan’ın ordusunda da Kürt unsurların bulunduğunun bilinmesi bu şuur/bilinç inşasında faydalı olacaktır.

Yahya Kemal “bir millet de kendine hayat bahşetmiş bir çığırdan istikbale gider” der ve coğrafyanın vatan kılınması fikrini Malazgirt’ten başlatır. Kafatasçı bakışı ortadan kaldırmaya yönelik bu tavır ‘Süleymaniye’de Bayram Sabahı’ ve “Atik-Valde’den İnen Sokakta” şiirlerinde görüldüğü üzere “kültürel”dir ve ümmetçi bakıştan uzaktır. Tarih, coğrafya/vatan, mazi, gelenek, milliyet, dil ve din kültürel sentezin birer parçası olarak bu fikri besler. Bu bir sentez arayışıdır ve kendi içinde “öteki”yi barındırır. “Kutsal Tarih’e Özlem” toplumun bir kesimini memnun ederken bir kısmını üzer ve uzaklaştırır.  Malazgirt’i bu anlayış ve kavrayışın dışına çıkararak Dumlupınar direniş ruhu ile özdeşleştirip Cumhuriyet’in yeniden tanımlanmasının bir aracı yapmalıyız.

Millet, vatan, medeniyet, tarih şuuru Mekke’nin Fethi’yle başlar. Kudüs ve Kahire ile sürdürülen yolculuk vahiy 100 yaşındayken İber Yarımadası/Endülüs’ün alınmasıyla Roma-Grek medeniyetinin en büyük tehdidi olarak görülür. Suriye, Pers toprakları, Hint ve Anadolu bu büyük inanç medeniyetinin birer parçası olurlar ve Malazgirt İstanbul’un fethinin başladığı tarihtir; çünkü Roma-Bizans ilk büyük yenilgi ile karşılaşmıştır. Bu okuma biçimi bizi yeniden “koskoca medeniyet”  kodlarımızla buluşturacak ve yeniden bir kardeşlik iklimi şuuru inşa edecektir.

Malazgirt, Anadolu’nun vatan kılınması ve insanların farklı dini, kültürel, etnik aidiyetlerle birlikte yaşayacakları coğrafyanın giriş kapısıydı. Dumlupınar da aynı coğrafyanın korunma mücadelesinin yapıldığı yer. Bu anlayışı merkeze alarak tarihine bigâne bir toplumu, bu önemli iki tarih kesiti ve arada geçen zamanın olayları üzerine düşünmeye yöneltmek gerek.

Türkiye ve Türkiyelilik şuurunun Malazgirt- Dumlupınar arasında inşa edilmesi çalışmaları coğrafyamızın, gönül coğrafyamızın anlamı bakımından oldukça kıymetlidir. Malazgirt’in sadece bir savaş ve zafer ile yeni bir toprak parçasının daha kazanılması retoriği olmadığının ayırdında olmak gerek. Buradan hareketle Malazgirt’in Anadolu coğrafyasında yaşayan ve yaşayacak nesillerin ortak bir ideal etrafında birleşerek Roma’nın Doğu kapısı Bizans’ın kalelerini ve zihniyetini yıkma girişimi olarak bilinmesi gerek. Bu kaleler sadece taştan ve topraktan kaleler de değildi. Malazgirt Roma-Haçlı aklının filiz verdiği yerdi belki; ancak İstanbul Fethi’nin de ilk merhalesiydi. Malazgirt,  dünya medeniyet birikimiyle yoğrulan Anadolu’nun insanlık anıtı olarak varlığını sürdürmesinin destanıdır. Türkiye, Doğu ve Batı ufku arasında her dem Türkiye ve Türkiyeli kalmasını bu iki savaştaki büyük direniş ruhuna, bu iki savaşın kahramanlarına borçlu olduğunu asla unutmayacaktır.  Bu şuurun yeniden inşası ve kültür kazanına eklenmesi temennisiyle Bedir, Uhud, Mekke Fethi ile başlayan Malazgirt-Çanakkale-Dumlupınar şehitliğinde duaya duran ve her dem bu ideal uğruna şehit olan yiğit kadın, erkek; genç ve yaşlı her vatandaşımızı minnet, rahmet ve saygıyla selamlıyoruz.