Belki farkında değiliz veya başımızı kuma gömüyoruz ama dünyanın gidişatı pek de iç açıcı değil. Tarihte türlü savaşlara ve felaketlere sahne olmuş dünyada belki bizler barışçıl bir döneme rast geldik ve içten içe bunun bizler ölene kadar süreceğine inanıyoruz. Arkamıza dönüp baktığımızda iki dünya savaşı yaşamış insanların neler hissettiklerini, çektiklerini idrak etmemiz epey zor. Ama yaşadığımız bu rahatlık gerçekten kalıcı mı? Kaldı ki ben bu kelimeleri barışın hakim olduğu bir coğrafyadan yazıyorum. Yemen gibi iç savaşın sekizinci yılına girdiği bir ülkede her 10 dakikada bir çocuk yetersiz beslenme ve önlenebilir hastalıklar yüzünden ölüyor...

Şu son yıllarda dünyada o kadar çok şey birden değişti ki. Alışık olmadığımız durumlarla karşılaştık. Terör olayları, pandemi, savaş derken, bir de ekolojik felaketlerin şiddet kazandığına şahit oluyoruz. Pakistan 3 aydır sel felaketi yaşıyor. 220 milyon nüfuslu ülkenin yarısı, eriyen buzullar ve aşırı şiddetli muson yağmurları nedeniyle sular altında. Haziran ayından bu yana 1000'den fazla insan öldü. Pakistan durumun vahameti karşısında uluslararası topluma yardım çağrısında bulundu.

Pakistan bu tür felaketlerle mücadele eden tek ülke de değil. Gelin bir de Avrupa'da neler oluyor ona bakalım. Avrupa son 500 yılın en kurak dönemini yaşıyor. Bu da tabii tarlada yetiştirilen ürünün miktar ve kalitesinden tutun da hidroelektrik santrallerindeki üretime kadar birçok önemli alanda olumsuz etkiler ortaya çıkarıyor. Kuraklığın bir çarpıcı sonucu da orman yangınları. Fransa'da bu yaz çıkan devasa orman yangınlarında 42 bin hektarlık arazi küle döndü. Bu da demek oluyor ki petrol ve doğal gaz gibi artık su da uğruna savaşlar çıkabilecek kadar önemli bir kaynak olma yolunda hızla ilerliyor. Almanya'nın Baden-Württemberg Eyaleti Başkanı Winfried Kretschmann, boşuna “duş almak yerine ıslak mendil kullanın” demedi. Her ne kadar bu sözler sosyal medyada espri konusu haline gelse de aslında Avrupa gibi güçlü bir kıtanın bile düştüğü durumu gözler önüne seriyor. Siyasetçiler halklarını hem tükenen hem de Ukrayna savaşının da etkisiyle tedariki zorlaşan kaynakları tasarruflu kullanmaya davet ediyor.

Hadi gelin biraz da Fransa'ya göz atalım. Geçtiğimiz günlerde Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron ülkede çok yankı uyandıran bir konuşmasında “bolluk devri ve pervasızlığın sona erdiğini” söylemişti. Bu sözlerin ardından Le Monde gazetesi, Fransa'da toptan elektrik fiyatının, megavat saat başına bir yıl önce 85 avroya kıyasla bugün 1.000 avroyu aştığı bilgisini paylaştı. Fransa, Ukrayna savaşının etkilerini en aza indirgemek için enerji alanında birçok adım attı. Öncelikle 2020 yılında, 2035'e kadar 14 nükleer santralini kapatacağını duyurmasına rağmen bu kararından vazgeçti. Aksine 6 nükleer santralin daha inşa edileceği bildirildi. Aynı zamanda, Fransız devleti, hisselerinin yüzde 84'ünü elinde bulundurduğu elektrik şirketi EDF'in tamamına sahip olmak için harekete geçti. Bu sırada Gazprom, Fransa'ya doğalgaz tedarikini durdurma kararı aldı. Ülkenin Enerji Bakanı Agnès Pannier-Runacher, Rusya'nın “gazı bir savaş silahı gibi kullandığını” ifade etti. İşte Macron'un birkaç gün önce geçtiğimiz sene sarf ettiği sözlerin ardından ülkesiyle diplomatik krize yol açtığı Cezayir'e apar topar gitmesinin sebebi de bu. Macron’un hiç sıcak karşılanmadığı, hatta Oran kentinde yuhalandığı Cezayir gezisi sonrası, Fransa, Cezayir’den aldığı doğal gazı yüzde 50 artıracağını duyurdu.

Bütün bunları anlatmamın sebebi, Avrupa ülkeleri harıl harıl bu kışı rahat atlatmak için çareler arıyor. Ancak artan ekolojik felaketler ve  değişen jeopolitik dengeler nedeniyle bu tür krizlerden bir tek Avrupa değil bütün dünya etkileneceğe benziyor. Devletler yeşil ekonomiye yatırımlarını artırırken, bizler de bilinçli bireyler olarak yaşam biçimlerimizi gözden geçirmeliyiz. Çünkü ne barış ne de doğal kaynaklar bizim sandığımız kadar sonsuz değil.