16. yüzyıla damgasını vuran meşhur Papa X. Leo, görevde kaldığı sekiz yıl (1513-1521) boyunca Türklere karşı Hıristiyan hükümdarları bir araya getirmek için tüm gücünü seferber etti. Hıristiyan dünyasını Türklere karşı ayaklandırmak, İstanbul’u (Konstantinopolis) ve Kutsal Toprakları geri alma projeleri papaları ve Avrupalı hükümdarları meşgul eden başlıca konulardı.

Papalık bu uğurda yalnızca Hıristiyan hükümdarları ikna etmek için kafa yormuyordu, aynı zamanda Osmanlı Devleti ile savaş veyahut rekabet içerisinde olan Müslüman hükümdarların da yardımını almak için her türlü yolu deniyordu.

Hıristiyan dünyasını Osmanlı Devleti’nden uzaklaştırmak, Türklerle barış ve iş birliği yapılmasını engellemek, papalığın bilinen siyasetiydi. Bu amaçla Avrupa diplomasisi hareketlendiriliyor; kiliselerde İstanbul’u ve Kudüs’ü Hıristiyanlara iade etmesi için Tanrı’ya dualar ediliyordu.

Yunan Başbakan Kiryakos Miçotakis de tıpkı Papa X. Leo gibi hareket ediyor. O da tüm gücünü, Batı dünyasını Türkiye’den uzak tutmak için harcıyor. Türkiye’yi sürekli gündemde tutarak Ankara’ya karşı bir ittifak oluşturmanın peşinde. Dahası Miçotakis de Papa X. Leo gibi Türkiye’yle herhangi bir iş birliği yapılmaması için tüm nüfuzunu seferber ediyor.

Miçotakis’in Papa X. Leo’dan tek farkı, uluslararası ilişkilerde din faktörü etkisini yitirdiği için sadece dinî terminolojiyi kullanamaması. Fakat zamanın ruhuna uygun bir retorikle geçmişi günümüze taşımaya çalışıyor.

Jeopolitiğin tüm haşmetiyle geri döndüğü bir dönemde Miçotakis’in eski bir usulü, modern kavramlarla canlandırma gayreti, beyhûde bir uğraştır. Ege Denizi’ndeki Türk-Yunan uyuşmazlığı, doğrudan saldırganlığa yol açan herhangi bir önemli tırmanma olmaksızın onlarca yıldır devam eden bir konudur.

Dahası bu sorunlar, Yunanistan için bir güç gösterisi, millî hisleri kışkırtıcı bir refleks ve alışılagelmiş çığırtkanlıkları yapmak için kullanılan elverişli bir platformdur. Ancak bunun daha fazlası olmaz. Yunanistan’ın kendisine çizilen bu oyun alanının dışına çıkmasına asla izin verilmez. Zira yeni oyun alanı sınırının nerede başlayıp nerede biteceğini ne kimse garanti edebilir ne de Atina’nın sağduyusu bunu göze alabilir.  

Bu noktada NATO, ABD ve AB’nin Türk-Yunan sorunlarına yaklaşımının karakterini bilmek önem arz eder. NATO, ABD ve AB için önemli olan, Türk-Yunan sorunlarının çözüme kavuşturulması değil bir çatışmaya yol açmamasıdır. Bu, çok ciddi bir ayrıntıdır. Dolayısıyla Yunanistan’ın sorunları Ankara’yla müzakere etmek yerine Brüksel ve NATO’ya taşımaya çalışması, yukarıdaki ayrıntıdan dolayı ölü bir yöntemdir.

Bu doğrultuda bir başbakan olarak Miçotakis’in bazı görev ve sorumlulukları bulunmaktadır. Öncelikle Orta Çağ romantizmini acilen terk etmelidir. Buradan kendisine ancak bir zarar doğar. Ardından 19. yüzyıldan kalma Batı başkentlerinde çözüm arama alışkanlıklarından vazgeçmelidir.

Kısacası Miçotakis, ne Papa X. Leo gibi hareket ederek ne de Küçük Asya Felaketi’nin mimarı Venizelos gibi davranarak Türk-Yunan sorunlarının üstesinden gelebilir. Yapması gereken, Türkiye’nin uzattığı zeytin dalını tutmak ve sorunları Ankara’yla müzakere etmektir.