Yazımın bu başlığını okuyunca yine fikirlerimi hafife alanlar olacaktır. Peki bunu nereden biliyorum? Şubat ayında Rusya-Ukrayna savaşı başlamadan önce “Türkiye bu meselede kilit ülke olacak” diye yazdığımda ve sonrasında “Türkiye dünyayı olası bir gıda krizinden kurtaracak” dediğimde bir sürü alaycı ifadeyle karşılaşmıştım. Maalesef Türkiye’de doğan, büyüyen ve yaşayan birçok kişi ülkemizin dünya sahnesinde taşıdığı anlam ve önemin henüz farkında değil. 

Şimdi asıl konumuza dönelim. Biliyorsunuz ki Rusya ve Ukrayna arasında dengeli ve tarafsız bir tutum sergileyen ülkemiz, iyi ilişkilere sahip olduğu Kiev ile Moskova arasındaki olası barış görüşmelerinde arabuluculuk yapmayı teklif etmişti. Bu amaçla ülkemizde Rus ve Ukraynalı heyetler İstanbul ve Antalya’da ağırlandı. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın ilk günden beri amacı Putin ve Zelenskiy’i bir araya getirmekti.

Ancak maalesef bu amaca giden yol taşlı. “Savaş istemiyoruz” gibi gözüken çevreler, aksine savaşın fitilini ateşler gibiler. Kuzey Akım boru hatlarındaki gaz sızıntıları, Daria Dugina suikasti ve son olarak da Kırım’ı Rusya’ya bağlayan ve Putin’in “zafer sembolü” olarak nitelendirilen Kerç Köprüsü’nün patlatılmasıyla, iki ülke arasında barışın sağlanması gittikçe zorlaşıyor. Putin ilan ettiği askerî seferberlikten sonra Ukrayna’nın dört bölgesinin (Luhansk, Donetsk, Herson ve Zaporijiya) Rusya’ya bağlandığını açıkladı. Kırım’dan sonra ilhak edilen bu yeni bölgelerle Rusya, Ukrayna topraklarının yüzde 15’inde hâkimiyet kurmuş ve Karadeniz’deki ağırlığını son derece arttırmış oldu. Bir diğer önemli mesele de, Avrupa’nın en büyük nükleer santrali olan Zaporijya Nükleer Santrali’nin Rusya’nın eline geçmiş olması.

Hâl böyleyken Zelenskiy intikam yeminleri ediyor. Ukrayna’nın sırtını sıvazlayan ama gerçekte tek amaçları Rusya’yı yıpratmak olan Batı güçleri ise savaşın bitmemesi için ellerinden geleni yapıyorlar. Aslında Rusya da bir şekilde tuzağa düşürülüyor. İlk başlarda kontrollü ilerleyen savaşın boyutu ve şiddeti gün geçtikçe artıyor. Son olarak Rusya'nın, Ukrayna’nın başkenti Kiev de dahil 8 bölgeye düzenlediği füzeli saldırılar bunu kanıtlar nitelikte.

Ancak Zelenskiy ateşe körükle gitmeye devam ediyor. NATO’ya yapmış olduğu hızlandırılmış üyelik başvurusuna olumlu dönüş alamasa da bu sefer de NATO’ya Rusya’nın nükleer saldırı ihtimaline karşı Rusya’ya “önleyici saldırılar” düzenleme çağrısı yapıyor. Ayrıca Ukraynalı lider, Putin ile müzakere masasına oturmayacağına dair bir kararname de imzaladı.

Peki bu noktada Türkiye neler yapabilir? Öncelikle iki ülke arasında artan gerilimi düşürmek amacıyla Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu taraflara en kısa sürede “uygulanabilir bir ateşkes” çağrısında bulundu. Ancak tabii ki en önemli gelişme, Perşembe günü Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Putin ile görüşmek üzere Kazakistan’ın başkenti Astana’ya ziyarette bulunacak olması. Kremlin, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Putin ile görüşmesi sırasında barış görüşmelerinde arabuluculuk teklif etmesini beklediğini ifade etti.

Putin’in Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın öneri ve tavsiyelerine gayet açık olduğu aşikar. İki liderin en son bir araya geldiği Şanghay İşbirliği Örgütü Zirvesinde fotoğraflara yansıyan samimi hâlleri Avrupa basınında çok konuşuldu. Avrupa şu günlerde enerji kriziyle boğuşurken Putin’in “Türkiye'de Avrupa için büyük bir doğal gaz merkezi kurulabilir” ifadesi de çok büyük önem taşıyor.

Gıda krizinden sonra şimdi de enerji krizine çözüm sunabilecek bir konuma eriştik. Avrupalı yetkililer bile savaş hâlindeki iki ülke arasında en başarılı arabuluculuk rolünü Türkiye’nin üstlendiğini kabul ediyor. Bu öyle şaşırtıcı bir denge ki bir taraftan Ukrayna’ya SİHA satmayı başaran Türkiye, diğer taraftan Rusya ile ticaretini geliştirebiliyor. Bu saatten sonra dünyanın nükleer savaşın eşiğinden dönmesi de artık Türkiye’nin elinde.

Kim bilir belki bütün bunlardan sonra eski Pentagon Müsteşarı Dov Zakheim'in de tavsiye ettiği gibi, Cumhurbaşkanı Erdoğan Nobel Barış Ödülü'ne bile aday gösterilebilir. Tabii “dünyanın 5'ten büyük” olduğu yepyeni bir düzende...