Bu haftanın gündemine ülkemizde olduğu kadar dünyada da Türkiye ve İsveç arasında yaşanan gerginlik damga vurdu. Çünkü bu mesele iki ülkenin geleceği kadar dünyayı da yakından ilgilendiriyor. Keza İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya kabul edilmesi geri dönüşü olmayan sonuçlara yol açabilir. Konunun detaylarına girmeden önce Ukrayna savaşındaki son gelişmelere değinelim.

Ukrayna savaşı başlayalı neredeyse bir yıl geçti ve savaş hiç de yakın bir tarihte bitecek gibi gözükmüyor. Rusya için emperyalist Batı dünyasına karşı bir var oluş meselesine dönüşen savaşta ne Putin ne de Zelenskiy geri adım atmaya niyetli. Rusya, Kırım hariç halen Ukrayna topraklarının yüzde yirmisinden fazlasını kontrol ederken Zelenskiy, Kırım da dâhil kaybettiği bütün toprakları geri almak istiyor. Bunun için de elinden geleni yapıyor. Ukrayna askerî ve ekonomik anlamda çok güçlü bir ülke olmasa da “bugün Kiev düşerse Paris ve Berlin de düşer” propagandası özellikle Avrupa ülkeleri üzerinde büyük etki sağlıyor. Uzun zamandır başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkelerini tekrar NATO yörüngesine sokup kontrol altında tutmak isteyen ABD için ise Ukrayna savaşı dünyada “saldırgan Rusya'ya karşı Avrupa'yı koruyan ABD” imajını tazelemek için kaçırılmayacak bir fırsat.

Öte yandan Avrupa ülkeleri Ukrayna'ya verdikleri yardımda bir ileri iki geri gidiyorlar. Bu tereddütlü ve çekingen tavrı en net Almanya'da gözlemliyoruz. Ekonomik başarısını ucuz Rus doğal gazına borçlu olan Almanya, savaşın ilk gününden beri Ukrayna'ya verdiği destekte temkinli davrandı. Ancak Alman hükümeti üzerinde “AB, ABD ve Doğu bloğu arasında bir tercih yapmalısın” tarzı ciddi bir baskı mevcut. Hâlbuki Almanya'nın şu ana kadarki belki de en büyük başarısı ilişkilerinde bir “denge” tutturabilmesiydi. Almanya'nın Ukrayna'ya istemeye istemeye savaşın ilk zamanlarında sadece beş bin kask göndermesi, ancak ilerleyen zamanlarda Patriot hava savunma sistemi gibi çok daha ciddi yardımlar yapmayı kabul etmesi, aslında üzerindeki baskıyı çok net gösteriyor. Aynı şekilde son günlerin en önemli sorularından biri de “Almanya Ukrayna'ya Leopard 2 tank sevkiyatı yapacak mı?” oldu. Alman hükümeti uzun süre bu yardıma temkinli yaklaşmasına rağmen ABD baskısı sonucu tank sevkiyatına -belli ki gönülsüzce- onay verildi. Okyanus ötesindeki ABD, savaştan neredeyse hiç etkilenmeden gün geçtikçe Avrupa üzerindeki kontrol ve baskı gücünü artırırken aslında Avrupa ülkeleri, kendilerince çıkış yolları arıyor. Almanya'nın savunma bütçesine ek yüz milyar euro ayırması, Scholz'un apar topar Çin'e düzenlediği ziyaret aslında bu amaca hizmet ediyor.

Şimdi tekrar esas konumuz olan İsveç'e dönelim. Bildiğiniz gibi İsveç, önce Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın maketinin asılması, daha sonra da Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kur’an-ı Kerim yakılması gibi skandallara sahne oldu. Ülkede bunlar “ifade özgürlüğü” olarak değerlendiriliyor. Kur'an-ı Kerim yakan İslam ve göç karşıtı Rasmus Paludan, ülkenin güvenlik güçleri tarafından korundu. Olayların ardından Cumhurbaşkanı Erdoğan “İsveç NATO'ya başvurusuyla ilgili bizden destek beklemesin” açıklamasında bulundu. İsveç, Finlandiya ve Türkiye arasında yapılması planlanan üçlü görüşme de ileri bir tarihe ertelendi. Öte yandan Finlandiya cephesinde de ilginç gelişmeler yaşandı. İlk önce ülkenin Dışişleri Bakanı Haavisto, “Finlandiya, NATO sürecini İsveç olmadan sürdürmeyi değerlendirebilir” açıklamasında bulundu. Daha sonra da Finlandiya 2019'dan bu yana Türkiye'ye uyguladığı silah ambargosunu kaldırdığını duyurdu.

Peki bütün bu gelişmeleri nasıl yorumlayabiliriz? Fikrimce İsveç'te art arda yaşanan provokasyonun arkasında doğrudan Türkiye'yi hedef alan bir planın olduğu aşikâr. Birçok varsayımda bulunabiliriz. Ülke içindeki NATO karşıtı muhalefet, bu eylemlerle NATO üyeliğini sabote etmeye çalışıyor olabilir. İkinci olasılık, olayların arkasında Rusya'nın parmağının olması. Çünkü Rusya daha önce İsveç ve Finlandiya'nın NATO'ya üyeliği durumunda nükleer savaş tehdidinde bile bulunmuştu. Son ihtimal ise bana en gerçekçi geleni. Bütün bu olan bitenlerdeki nihai amaç NATO ülkelerini “Türkiye ve İsveç arasında bir tercih yapmaya” zorlamak. Şu anda “Finlandiya iyi polis, İsveç ise kötü polisi” oynuyor. Türkiye ise dünyaya “sarf edilen bütün çabalara cevap vermeyen, ifade özgürlüğüne saygı duymayan ülke” olarak lanse ediliyor. Daha şimdiden bu tercih meselesi birçok gazetede konu olarak işleniyor. ABD merkezli Foreign Policy haber sitesi daha da ileriye gidip “Türkiye'nin derdi İsveç değil. Amerika Birleşik Devletleri” başlıklı bir yazı bir yayımladı. Sonuç olarak Türkiye'yi, NATO'yu dağıtmak isteyen rahatsız edici aktör olarak gösterme çabası aşikâr.

Ancak böyle bir savaş döneminde asker sayısı bakımından NATO'nun ikinci büyük ordusunu ve NATO bütçesine en çok katkıda bulunan sekizinci ülkeyi birlikten çıkarmak pek de akıl kârı olmaz. AK Parti Sözcüsü Ömer Çelik, “NATO'dan çıkma” ve “NATO'dan Türkiye'yi çıkartma” söylemleri üzerine, “Biz NATO'da ev sahibiyiz. Kim bizi çıkarıyor oradan? Biz NATO'da kurucu iradeyiz” ifadelerini kullanarak aslında konuyu da kapatmış oldu. Ama her şeyin hızla değiştiği bir dünyada dengeler de tümden alt üst olabilir. 2023'te ülkemizde, 2024'te Rusya, Ukrayna ve ABD'de düzenlenecek olan seçimler de NATO ile ilişkilerimizin seyrine yön verecek.