Geçtiğimiz hafta ABD’den İsrail’e önemli ziyaretler yapıldı. Önce Florida valisi olan Ron De Santis, İsrail’in kuruluşunun 75. yılı kapsamında yapılan programa katılmak için İsrail’e geldi ve bir dizi ziyarette bulundu. Hemen ardından da ABD Temsilciler Meclisinin başkanı olan Kevin McCarthy İsrail’e geldi. Hafta içerisinde ise Temsilciler Meclisinden bir heyet İsrail’e gelerek bazı temaslarda bulundu.

Normal şartlarda ABD’den İsrail’e yapılan ziyaretler çok olağan karşılanır. Hatta ABD’deki en etkili Yahudi lobi kuruluşu olan AIPAC’in desteklediği siyasetçilerin sık sık İsrail’e gelerek bazı etkinliklere katıldıkları ve bu sayede kendilerine sağlanan Yahudi fonlarını garanti altına aldıkları bilinen bir vakıadır.  

Ancak mevzu bahis, Cumhuriyetçi partinin 2024 yılındaki seçimde muhtemel başkan adayı olan De Santis ve hem Trump’a çok yakın bir siyasetçi hem de Temsilciler Meclisi başkanlığı gibi ABD’nin üç numarası olan McCarty’nin İsrail’e gelmesi, doğal olarak dikkatleri çekecek bir gelişme olmuştur.

Her iki siyasetçinin de İsrail’in 75. yılı etkinlikleriyle alakalı olarak ziyarette bulundukları söylense de bu siyasetçiler tarafından verilen mesajlar aslında tek amacın bu olamayacağını düşünmemize yol açmıştır. Zira her ikisi de Cumhuriyetçi parti üyesi olan siyasetçiler; yaptıkları açıklamalarda Biden yönetiminden gelen eleştirilerin aksine İsrail’in kendi yasal düzenlemelerini yapma hakkı olduğunu ifade ederek, Netanyahu hükümetine destek olmuşlardır. Bu desteğin tam da Netanyahu’nun protestolar nedeniyle köşeye sıkıştığı bir döneme denk gelmesi çok anlamlıdır. Keza yapılan anketlerde Netanyahu’nun oy kaybettiği ve bir seçime gidilmesi halinde iktidarı kaybedeceği anlaşılmaktadır. 

Ayrıca McCarty’in yaptığı basın toplantısında, Netanyahu’nun Biden tarafından ABD’ye davet edilmemesi durumunda kendisinin şahsen davette bulunacağını söylemesi de Demokratlar ve Cumhuriyetçilerin Netanyahu’ya yaklaşımlarının farkını ortaya koymuştur.

Aslında ABD ve İsrail hükümetleri arasında benzer bir durum 2015 yılında da yaşanmıştı. Dönemin Temsilciler Meclisi başkanı olan Cumhuriyetçi John Boehner, protokol teamüllerine aykırı olarak ABD başkanı Obama’yı bilgilendirmeden Netanyahu’yu davet etmiş ve Netanyahu da Temsilciler Meclisinde bir konuşma yapmıştı. Konuşmasının büyük kısmını İran’a ayıran Netanyahu konuşmasının sonunda Cumhuriyetçiler tarafından ayakta alkışlanmıştı.

Şimdi de benzer bir durumun yaşanacağı anlaşılıyor. Zira o dönem Netanyahu tüm uğraşlarına rağmen P5+1 ile İran arasında imzalanan Nükleer Anlaşmaya mani olamamış ve seçmen nezdinde Netanyahu’nun imajı zedelenmişti. Bugün de Netanyahu’nun muhtemel bir ziyaretinde yine İran konusunu gündemine alacağı ve hâlihazırda nükleer anlaşma yürürlükte olmasa bile Biden yönetiminin İran’a yaklaşımını eleştirerek bu durumun İran’ı nükleer silah sahibi olmak hususunda cesaretlendirdiğini ileri süreceği tahmin ediliyor.

Bu gelişmeler İsrail’in ABD nezdinde partiler üstü olarak kabul edilen statüsünde bir değişme olduğuna yönelik iddiaları kuvvetlendirmektedir. Yani artık ABD yönetimleri İsrail’i iktidarda kim olup olmadığından bağımsız olarak ve koşulsuz bir şekilde desteklememektedir. Bilakis Cumhuriyetçi başkanlar İsrail’de kurulan muhafazakâr ve sağ kanat hükümetlerle iyi anlaşırken, Demokrat başkanlar ise merkez ve sol partilerden müteşekkil görece liberal hükümetlerle iyi ilişkiler kurmaktadırlar.   

Hatırlanacağı üzere 2017 başında başkanlık koltuğuna oturan Trump, Netanyahu ile çok yakın bir ilişki kurarken, 2021’de koltuğu devralan Biden, ne o vakit ne de en sonra Kasım 2022’deki seçimlerinden sonra hükümeti kuran Netanyahu ile yakın iletişime geçmemiş ve gelenek olduğu üzere onu Washington’a davet etmemiştir. Oysa 2021 yılında kurulan değişim hükümetinin başbakanı olan Naftali Bennet çok kısa bir süre içerisinde Washington’a davet edilmiş ve Biden ile görüştürülmüştür.

Biden ile Netanyahu arasındaki hukuk çok eskilere dayansa da ikilinin birbirlerinden hazzetmedikleri de bilinmektedir. Hatta Biden’in Netanyahu hükümetinin meclise getirdiği yargı reformu nedeniyle mart ayında yapılan büyük protestoları desteklediği ve güvenlik güçlerinin protestoculara şiddet uygulamaması hususunda da hassasiyet gösterdiği bilinmektedir. Tüm bunların üzerine geçtiğimiz ay sosyal medyaya sızdırılan Pentagon belgelerinde, Mossad’ın da bu protestoları destekleyerek hükümeti düşürmeye çalıştığına yönelik bazı bilgilerin yer alması Netanyahu’yu kızdırmış ve ABD, bazı hükümet yetkilileri tarafından protestocuların arkasında olmakla, İsrail’i karıştırmaya çalışmakla suçlanmıştır.

Mossad bu iddiaları yalanmış olsa da ABD yönetimi şimdiye kadar Pentagon belgeleriyle ilgili bir yalanlama yayımlamadığı gibi protestoların desteklenmediğine dair net bir açıklamada yapmamıştır.

Görünen o ki, şimdiye kadar uluslararası ilişkiler literatüründe basmakalıp olarak öğretilen ABD’nin koşulsuz İsrail desteğinde bazı istisnalardan bahsetmek söz konusudur. ABD genel olarak hala uluslararası arenada İsrail’in arkasında durarak yaptırımlara maruz kalmasını engelliyor olsa da özellikle Orta Doğu’da İsrail’in düşman olarak kodladığı bazı ülkelerle ilişki tesis etmekten de geri kalmamaktadır. Ayrıca İsrail’i ele alış biçiminde nasıl bir hükümet formasyonunun olduğuna da özellikle dikkat edilmektedir. Demokratlar liberal hükümetlerle daha yakın çalışırken, Cumhuriyetçiler ise sağ ve muhafazakâr hükümetleri tercih etmektedir.

Bu yaşananlar İsrail’in ABD yönetimleri nezdindeki ayrıcalıklı durumunda bir aşınmaya işaret eder mi bilinmez, ama özellikle son dönemde Demokrat parti içerisindeki İsrail karşıtı bazı figürlerin bu konuda gösterdikleri çaba, İsrail’in ABD siyasetinde artık eskisi kadar rahat olamayacağını göstermektedir. Umarım ABD yönetimleri nezdinde yaşanan bu değişiklik İsrail’in uluslararası hukuka daha fazla riayet etmesine vesile olur ve bu sayede Filistin ile iki devletli çözüm temelinde bir anlaşma mümkün hale gelir.