Bazı insanlar vardır, dirençli olmamızı hatırlatırlar...

Bir resme bakarak insan cesaret toplar mı? Ya da bir cümle ile insan yeniden kurabilir mi kendini? Sahi, ilk sorusuyla, “Siz hiç âşık oldunuz mu?” diyerek sizi şaşırtan bir dostunuz ya da abiniz oldu mu? Benim olmadı. Her daim treni kaçıranlardan oldum. Güzel adamların güzel atlara binip gittiği, o güzellerden el alanların ise, “Hadi sen de gel!” dedikleri bir zamana erebildim ama elini uzatanların ellerinden tutup tutamadığım daha belli değil!

Hani bazı insanlar vardır, uzaklarda bile olsalar size bir gönenç sağlarlar. O, dünyanın bir yerlerindedir ve sizin dostunuz, arkadaşınız, abiniz, akrabanız ya da uzaktan sevdiğiniz, Hak dostu bir insandır. Onun varlığı, siz hatalara meylettiğinizde yüreğinizi yakar. Vicdan gibidir. Sizi izleyen mahşer kameraları gibi olmasa da kıyametin şefkat kameraları çalışır o insanı düşündüğünüzde…

Merhabanın en sarsıcı halidir onu tanımış olmak. Fethi Gemuhluoğlu dendiğinde yüreğimde bir bant kaydının sesi açılır: “Bir merhaba yeşermeli, göğermeli; ihmallere, ilgisizliklere, yalnızlıklara karşı. Başak tutmalı; hiçliklere, kayıplara, karanlıklara karşı…”  Türk Petrol Vakfı’nın Genel Sekreterliğini yürüttüğü yıllarda bir genç gelir yanına. Tir tir titremekte, açlıktan karnı ağrımaktadır. Fethi ağabey anlar durumu. Lakin hazırda para pul yoktur. Vakfın çaycısına söyler “Cebinde ne varsa çıkar!” der. Çaycının o gün cebinde olan ne var ise sayılmadan o delikanlının cebine bırakılır; utandırılmadan. Sonra da Fethi Gemuhluoğlu, tam da “ağabeyliğini” yapar ve paltosunu delikanlının sırtına geçirir!

Mareşal Fevzi Çakmak’ın naaşına en somut saygıyı gösteren ateşli bir gençtir o. Radyo’da eğlenceli şarkılar çalarken radyoevinin önüne gelen arkadaşlarıyla birlikte protestosunu yapmıştır 1950’nin o yetim gününde. Ve naaşı kimselere vermeyip Eyüp Mezarlığı’na defnedilene kadar yanı başında olmuştur.

Öyle ki Moskova Radyosu’nun mimlediği “ender Türklerden” hedef gösterdiği kelamı ses getiren delikanlılardandır. Öyle ya, 13 yaşındayken yalnız başına, Bir Adam Yaratmak piyesini canlandıran bir çocuk, büyüdüğünde susturulmuş insanları dillendirecek bir hamurdandır.

Mektuptan doğan bir mekteptir Gemuhluoğlu.  Fethi ağabeyi en çok o munis bakışıyla tanıdık. Bir de mektuplarıyla. Bu ülkenin elek üstü şahsiyetlerine yazdığı o naif, kulak çeken, hatırlatıcı, pes etmeyen, Anadolu ve İslam tefekkürünü bir derviş soluğuyla harmanlayan lisanıyla yazdığı mektuplar… O mektupları, rahmetli Akif İnan’ın tarif ettiği kişi yazabilirdi: “Kelamın en zarifini, edebin en kâmilini, siyasetin en ferasetlisini, edebiyatın en muhtevalısını onun aziz varlığında erimiş bulurduk. O, bir uygarlığın temsilcisiydi.”

Evet, çünkü o, bir uygarlığın temsilcisiydi. “Oku!” denildiği an başlamış olan bir uygarlığın temsilcisiydi. Belki de bu sebepten bugüne yazılı olarak mektuplarından ve birkaç şiirinden gayrı bir şey kalmadı. Zira, “Yaz!” emri yoktu; oku emri vardı… O halde bile mektuplarıyla bir mektep adamdır Fethi ağabey.

Onun selamını duyan dervişler eridiler. Hani bazı insanlar vardır; onlara dair fazla bir şey bilmezsiniz. Ama yine de o insanları özlersiniz; iyi ki yaşamış, iyi ki önümüze ayak izlerini bırakmış dersiniz ya… Tıpkı hiçbir zaman tadına bakamadığınız dünyanın en güzel rayihalarını salan meyveler gibidir onlar; kokusuyla seversiniz. Tadını almadan dahi sarhoş olursunuz. Öyle ya, daha şarap asmada salkım salkım üzüm olmadan sarhoş olan bir kavimden iseniz Fethi Gemuhluoğlu’nun: “Evveli, âhiri, zâhiri, bâtını selamlarım. El-Evvelü Allah, el-Âhirü Allah, ez-Zâhirü Allah, el-Bâtınü Allah. Sâhib’i selamlarım. Sâhib-i Hakîkî’yi selamlarım. ‘Levlâke Sırrının Mazharı’nı selamlarım. Vâlidesini, Hâdice vâlidemi, Fâtıma vâlidemi selamlarım. Çihâr-ı Yâr-ı Güzîn’i selamlarım. Erkân-ı Erbaa’yı…” Sohbetine başlarken kâinat divanının tam merkezinde durup zamanın başından sonuna doğru boynunu kırıp selama durması… Bu, dervişliktir, edeptir, öğüttür, en büyük derstir, başıboşluğa karşı en büyük ihtilâldir, nefsin kul olarak değerli; varlık âleminde ise zerre miskal değerinin olmayışına nispettir.

Cezbenin en melamî hali Fethi Gemuhluoğlu’dur demem hadsizliktir; lakin cezbeye kalkacak, kalkabilecek tıynette olanların ateşini odunu yakacak maharet onun nefesinde, sesindeydi. Niceleri onun sohbetinden yüreklerinin ucunu tutuşturan ateşleri yakıp düşmüşler karanlık yollara; avuçlarında kıyamet ateşiyle. Ki, onun selama durmuş, muhabbete ve yarenliğe kesmiş yüreği Rahmet-i Rahman’a erse de Allah’ın bir lütfu olarak can kulağıyla dinleyenlerini, gönül gözüyle görenleri medeniyet işçisi olmaya sevk ediyor.

Bazı insanlar vardır; köksüz olmadığınızı hatırlatırlar. Bazı insanlar vardır; sırtınızı kökü Âdem’e (a.s.) dayanan bir medeniyete dayadığınızı hatırlatırlar. O insanlar, Havva anamızın sancısını binlerce yıldır taşıyan bir yürek gibi güm güm vurmaya devam ederler kara toprağın altına Hoca Ahmed Yesevi gibi çekilseler de!

Nuri Pakdil, “İnsanın elinden tutuyor, âdeta çağa çıkartarak yürüyüşe alıştırıyordu. İnsan; arttığını, çoğaldığını duyumsuyordu onun yanında…” demişti, Fethi Gemuhluoğlu için. Evet, bazı insanlar sizi alıp garipliğinizden, yontar ve eli yüzü, aklı fikri düzgün insanlar çıkarırlar ortaya. O insanlar ölseler ne gam! Ruh mimarları ölse de güzellikleri devam eder.