"İyimserlik, insanlığın afyonudur!" (Milan Kundera)

"Din-darlık" kimliği ile maruf pek çok insanın kurtarıcı rolü oynayarak gösteri yaptığı bir çağda, insanların insani duyarlılığını öne çıkaran bir ahlak ve erdem arayışında olma çabaları bir iyimserlik gösterisi gibi. İyimserlik ya da sokak retoriği ile Polyannacılık günümüzün en sentetik öğretisi haline geldi ve hakikati örten bir anlayışa dönüştürüldü.

İnsanların birbirine olmadık ölçüde iyimserlik telkininde bulunmaları, gündelik ilişkilerinde ihlal ettikleri ahlaki kuralları ve hak ihlallerinin bile günlük ibadetlerle temizleneceğini telkin etmeleri, yanılgı ve yalanın ötesinde ilahi hukukun ihlali anlamına gelir. Çünkü ilahi kural, çağ din-darlarının yaşama ahlakını ibadetlerden bağımsızlaştırmalarına ve yanlışlıklarının ibadetlerle affını öngörmüyor. “[Ve dedik ki:] ‘Eğer iyilikte sebat ederseniz, iyiliği yalnızca kendiniz için yapmış olursunuz; eğer kötülük yapmaya kalkışırsanız bunu da kendiniz için yapmış olursunuz’” (Kuran:17/7). İnsan, iradesi ile yaptığı tercihlerin karşılığını, inandığı varlıkla kurduğu ibadet ilişkisine dayandıramaz çünkü yaratıcı böyle bir taahhütte bulunmuyor. Daha net bir ifade ile ibadet ederek insani ve ahlaki sorumluluklardan muaf olunamaz.  

Toplum ve fertlerin etkileşimde bulunduğu ve birbiriyle kurduğu ilişkinin sağlıklı ve sürdürülebilir olmasında ahlakın ve ahlaki kuralların önemi büyüktür. Çünkü ahlak; insanların doğru ve yanlış arasındaki ayrımı yapabilmelerini, dürüstlük, adalet, saygı ve sorumluluk gibi değerleri benimseyerek inançlarından bağımsız olarak da insanların iyi insan olmalarını temin eder.

Toplumun her bir ferdini; başarıyı, sınav ve kazançla ölçen bir anlayıştan ahlaklı, yaşadığı toplumun değerlerine uyumlu, geçmişine duyduğu saygı ile gelecek inşasına odaklanan ahlaklı insanlara yöneltmek gerek. Birbirlerine saygılı ve ötekinin özgürlük sınırlarını gözeten, dürüst ve adalet prensiplerine bağlı insanların olduğu bir ortam daha saygın bir ortamdır. İnsanların birlikte çalışabilecekleri, birbirini destekleyecekleri, güvenilir ahlaklı bir toplum için başarı ve ahlak konusunda ciddi bir tefekküre ihtiyaç vardır. Zaman kaybetmeden gereksiz iyimserlik ve kişisel gelişimin sentetik telkinlerinden uzaklaşılmalı ve hakikat eksenli bir dünyanın planı yapılmalıdır. Huzurlu ve mutlu bir toplum ve fert için ahlakın öneminin farkında olmak ve onu hayatımızın olmazsa olmazı haline getirmek zorundayız.

Bu noktada tevhit inancını kavramış ve ahlaki sorumluluğunun şuurunda olan insana/insanlara ihtiyaç var. Mutlak özgürlük ve iradeyi anlamsızlaştıran müstağni anlayışlar, toplumların bütün kesimleri için felaketin dibacesidir. Bu anlayış, insanın herhangi bir güce veya yargı erkine hesap verebilirliğini zayıflatacağından ahlaki zaafların önünü de açar. Varlık alemini Allah’ın emaneti veya insanlığın ortak malı olarak görmekten uzaklaşan fert, kendisinden başlayarak iğvanın aracına dönüşür.

Yorumla oluşmuş değerler hiyerarşisi içinde, ibadet ahlak ilişkisini sağlıklı bir zemine oturtamayan ve çokça ibadet ederek tabi olduğu topluluğun öğretisi ile bağışlanma hayali kuranların unuttuğu şeyi, şu ilahi söz açıklıkla ifade eder. "Halis inancın yalnız Allah'a yönelmesi gerekmez mi? O'ndan başkasını dost ve koruyucu edinenler, ‘Biz bunlara sırf bizi Allah'a daha çok yaklaştırsınlar diye kulluk ediyoruz!’ (derler)" (Kuran:39/3).

Aynı inanç dünyasının mensupları olsalar bile insanlar, yaptıkları tercihlerle ve tabi oldukları yoruma dayalı inanç sistemlerine, aidiyet kurdukları grupların yaşama tercihlerine göre bir dini/ahlaki çevrede yaşayabiliyorlar. Bu tercihle de birilerini ötekileştirerek birilerinin ötekisi olmaya başlıyorlar. Bu tercih sonucu, inancın ana kaynağına dair anlama ve yaşama biçimini de olumsuz etkiliyor ve her biri, bir diğerini makbul görmemeye başlıyor. Bu saplantıdan korunmanın yolu, öncelikle yorumların kutsal olmadığına inanmaktır. En çok tartışılan örneklerden biri abdest ayetine yapılan yorumdur ve bu yoruma dayanarak Müslümanların birbirini tekfire varan boyutta itham etmeleridir. Abdest öncelikle itikadi değil, ameli bir eylemdir. “Namaza kalkacağınız zaman yüzünüzü, ellerinizi ve dirseklere kadar kollarınızı yıkayın ve (ıslak) ellerinizle başınızı meshedin ve bileklere kadar ayaklarınızı da (yıkayın veya meshedin)” (Kuran:5/6). Mezhep yorumları ve diğer tüm anlayışlar, bu ayetin yorumundan ibarettir. Küçük bir araştırma ile bu ayetin yüzden fazla farklı tercümesini bulmanız mümkündür. Burada asıl olan ibadet amacıyla yapılan hazırlıktır. Bununla ilgili yorumlara dayanarak aynı kıbleye yönelen insanların, birbirlerinin hukukunu ihlal etmelerinin gerekli olmadığını kabul etmek gerek. Abdeste dair kan ve tokalaşma meselesi, mesh ve yıkama konusundaki ayrışmadan daha anlaşılmazdır. Mezhep, meşrep, cemaat yorumunu kutsamak, insanları asıl kutsaldan ve vahiyden kopararak tevhidi anlayıştan uzaklaştırır.

Bu ve benzeri faktörler, Müslüman dünyada oluşan ahlaki zaafların olası sebeplerini ve ayrışmaların temelini oluşturmaktadır. Yorum üzerinden ifrat ve tefrit ölçüsünde yaşamak, başta Müslümanlar olmak üzere toplumun pek çok kesimini huzursuzlaştırmakta ve bireysel bir yaşama tercihine sevk etmektedir. Bu da toplumsal dayanışmayı, birlikte yaşamayı, paylaşma duygusunu ortadan kaldırmaktadır. Bir binanın üst katında oturan aile tatildeyken alt kattaki ondan habersizdir ve hırsızlar evi taşırken karşılaştıklarında, “taşınıyoruz” söylemine inanmaktadırlar. Bırakın “komşusu açken” retoriğini, komşuyu tanımıyoruz bile.

İnsan artık başıboş yaratıldığına inanmaya ve sorumsuz bir varlık olarak yaşamasına devam etmemeli, boş vermişlik ve savsaklama psikozundan sıyrılarak atacağı her adımın ve söyleyeceği her sözün sorumluluk şuuru gerektirdiğinin farkında olmalıdır. Kendimizden başlayarak toplumu yeni ahlaki değerlerle yeniden inşa edecek bir paradigmaya yönelmeliyiz.