Dergilerde sahne almak ve ismini edebiyat mahfillerinde duyurmak derdine düşen genç arkadaşlarımızdan bazısı, “poetik ve politik”” olanı anlamadan kibir dergâhında meşhur olma derdiyle yanıp tutuşuyorlar. Bu bir yol açar mı? Doğrusunu isterseniz çok emin değilim. 1970’li yıllarda günlük gazetelerde pehlivan tefrikaları, roman ve seri uzun hikâyeler yayımlanır, merakla da takip edilirdi. Bugün onlardan kaç tanesi edebiyat tarihinde zikredilmeye değer bulunuyor bilmiyorum ama önemli bir kısmının o gazetelerin arşivinde kaldığını düşünüyorum.

Yazar ve yazar adaylarının öncelikle herkesten daha çok okuması ve okunacak kitaplar listesi olmalı. Nitelikli okumalar sonunda sanata dair kayda değer poetik bir birikime sahip olmalı ve politik tercihini, davasını, merkeze alarak diğer tüm düşünceleri benimsediği değerlere göre değerlendirebilme kapasitesine ulaştıktan sonra metinlerini inşa etmelidir. Süreli bir yayına gönderdiği metniyle ilgili övgü ve yüceltmelerden de kaçınmalıdır. Metniyle ilgili yüceltme ve övgü pek çok editör nazarında yazar adayının intiharıdır.

Okuyarak ve tetkik ederek bir seviye edineceğine inanan yazarın birinci ödevi okumak, yeniden okumak ve daima okumaktır. Okumayı sevmeyen, kütüphaneleri ve kitap kokusunu hayatının özel bir yerine koymayan hiçbir arkadaş yazmamalı. Okumadan yazmak, okuma zevkini içselleştirmeden yazmak; yazıya ve yazarlığa yapılabilecek en büyük saygısızlıktır. Yazar adayları ve yazarlar Cemil Meriç’i örnek almalı. “Kimi başında taçla doğar, kimi elinde kılıçla. Ben kalemle doğmuşum. İnsanlar kıyıcıydılar, kitaplara kaçtım. Kelimelerle munisleştirmek istedim düşman bir dünyayı.” Kalemiyle kitaplara sığınma cesareti gösteren her bir genç, yazarlık okulunun basamaklarını hızla tırmanacaktır.

Sosyal medya ve politik çevre üzerinden oluşturdukları panayır ile okullarda kitap satan medyatik meşhurların derdi, boş bir zihinle ölçüsüz bir servet edinmek. Ahmet Hamdi Tanpınar’dan özetle sanatkâr, Kop Dağı’nda bir dükkân açar; sadece ‘güzel’in peşinde koşarak müşteri kafilesine nadir emtiasını sunar. Kop Dağı’na dükkân açan sanatkârın bir diğer vazifesi düşünmek. Yazarın ait olduğu dünya ve kendisini ait saydığı düşünce iklimi oldukça önemlidir ve nerede durduğu da ayrıca kıymetli. Bu noktada da yeniden Cemil Meriç’e kulak kesilmek gerek: “Hasbi tefekkür ne demek? Hiçbir tefekkür hasbi değildir. Hasbi tefekkür, tefekkür için tefekkür, sanat için sanat gibi bir yalan. Hayat, bir sfenksler ormanı. Her adımda bir istifham kaldırır başını. Yaşamak, çevrenin suallerine doğru cevaplar bulmak demek. Düşünmek, muammaları çözmek, karanlıkları aydınlatmak, düşünmek savaşmaktır. Bir nesil uğruna, bir millet uğruna, bir medeniyet uğruna savaşmak. Mukaddeslerin emrinde olmayan her düşünce, şuursuz bir debeleniş, fikrî bir istimna. Düşünce, bir meydan okuyuşa idrakimizin verdiği cevaptır.”

Yazarın en temel görevi insanların düşünce ufkunu alabildiğine genişletmek ve insanlar arası iletişimi çevreleyen/sınırlayan klişeleri ve indirgeyici algıları kırmaktır. Ancak Türkiye’de kendilerini entelektüel ve modern olarak tanımlayan kitle, toplumun ekseri çoğunluğunu siyasi tercihlerinden, değerlerinden ve yaşama biçiminden dolayı ötekileştirir ve hakir görür. Tahkir ettiği insanları "ortalama insan", varoşlarda/periferide yaşayan ve beğenilerini de orta sınıf beğenisi olarak değerlendirir. Onlar için aslolan tepeden inmeci aristokrasi ve Batı değerlerine ayarlı değerler ve değeri kendinden menkul üst sınıf kültürü övgüsüdür. Bu ülkede kalem oynatan ve oynatacak düşünce insanları, bu körelmiş ve teslim olmuş düşünme biçiminden arınmak zorundadır.

Düşünme malzememizi/verilerimizi, toplumu inşa eden ve biçimlendiren geleneği yeniden üretecek bir anlayışla biçimlendirmek mümkündür. Siyasi çevrelerin sağladığı imkânlarla hayatı konformistleştiren bir avuç çok bilmiş ve her konuda uzman ünvan sahibi ekran yorumcularından da sakınmak gerek. Güncel siyasi anlayışı teşvik eden, uzmanlıkları kendinden menkul uzman, eş dost gruplar ile siyasi profesyonellerin yönlendirme çabalarını da görmezden gelmenin önemli olduğunu düşünüyorum.

Kalemini yürürlükteki gücün argümanlarına ayarlamış yazıcılar, ilişki ve yazılarını, gözettikleri çıkarlar doğrultusunda kaleme alırlar. Oysa yazar ve yazar adayları; gündelik beklentileri besleyen ilişkilerden uzak, şovenist ve etnik milliyetçilikten arınmış, şirketleşmiş düşünce organizasyonlarının etkilerinde kalmadan ve toplumu sınıfsal ve cinsel farklılıklar üzerinden sorgulamayan bir zihne sahip olmalıdır. Ötekinin, mağdurun, mazlumun ve hak gaspına uğramış zayıfın gerçekliğini görmemizi engelleyen ve perde işlevi gören yetiştiğimiz ortam; ait olduğumuz kast, dilimiz ve milliyetçiliğin sağladığı ucuz keskinlik, düşüncenin ve yazmanın sınırlarını çizmemeli.

Bu yazı aracılığı ile yazar adaylarının okuma listesine bir ek olsun diye Tanpınar'ın Necip Fazıl için yazdığı şu sözlerle son verelim: "Bazı insanlar, ara sıra ayaklarını imkânsızın denizinde yıkadıkları içindir ki, zaman zaman başları bulutlarla çarpışır. İlahi kıvılcımın içlerinde tutuştuğunu hisseden gençler onu okusunlar. İyi şeyler ancak iyi şeylerden doğar.”