Her birimiz sanıyoruz ki karşımızda olan, bizimle oturan, yanımızda duran, bir bardak çay içip, bir fincan kahveyle dertleştiğimiz herkes bizi dinlemek zorunda. Öyleymiş gibi anlatıp da duruyoruz. Kimsenin kimseyi dinleyecek kadar vakti yok oysa. Esasen öyle bir derdi de yok. Sadece ben anlatayım biri dinlesin istiyor herkes. Ben de dahil hepimiz sadece dinlenmek istiyoruz, yani anlatan, söyleyen, konuşan biz olalım da bizi de birileri dinlesin diye çırpınıyoruz. Ve herkesin sadece anlatmak istediği, bunun için kıvrandığımız bir zamanda dinleyecek birini haliyle bulamıyoruz.

Herkes çok fazla şey fazla konuşuyor ve çok fazla şey anlatıyor. (Bu arada aklıma gelmişken bu parantezin içinde bir şey söyleyeyim. “Herkes” kelimesi aslında iki kelimeden oluşuyor. Her ve kes. Farsça… Her; hepsi gibi bir anlama geliyor. Kes ise kişi demek. Eskiden “herkes” kelimesinin zıddı olarak hiç-kes kelimesi kullanılırmış. Ama bu “kes” içinde geçen kelimelerden benim en çok sevdiğim; bî-kes… Yani kimsesiz. Öyle işte, aklıma geldi söyledim…) Oysa daha evvel de demiştim “konuşmak karşında seni dinleyecek ve anlayacak biri olduğunda anlamlı” diye. Ve asıl mesele anlatmak değil, anlaşılmak… Yoksa her birimiz günlerce ve her seferinde kendimizi anlatmak için çabalanıp duruyoruz ve çoğu vakit de anlaşılmadığımızdan şikâyet ediyoruz. Yani anlaşıldığımıza kanaat getirsek mesele kısa yoldan hallolacak ama olmuyor. Hiç birimizin bir başkasını anlamak gibi bir derdi yok anlamak değil de anlaşılmak istiyoruz.

Son zamanlarda gördüğüm, duyduğum hatta anlamaya çalıştığım onca kişide -kendimde de- fark ettiğim hal aslında canımı acıtan bir hal. Zira bence kim en çok neyi söylüyorsa o değildir. Yani insan en çok eksik olan yanını, onda olmayanı, olamayanı söyleyip de duruyor. Kanaatimce eski bir cümlede söylendiği gibi bakınca “göründüğün gibi olmak” yetmiyor. Söylediğin gibi de olmak icap ediyor. Ama maalesef ki öyle değil. Hem kim olduğunu, nasıl olduğunu illaki söylemek gerekmez ki. “Âyinesi iştir kişinin lafa bakılmaz” diyen de bizim ecdadımız değil mi? Ve yine haklı çıkmıyorlar mı?

Bu mesele de ham hamur gibi daha çok su götürür ben de biliyorum. Aslında ezcümle şunu söylemek için yazıyorum bunları. Susan, sessiz kalan adamlar yapmayan, anlamayan, kabiliyeti olmayan adam demek değildir. Hatta “ben bunu da yaparım” diyenden şüphe etmek gerekir. Birileri çok konuşuyor diye haklı, akıllı, başarılı demek değil yani.

Az evvel söylediğimi tekraren söyleyeyim; kim en çok neyi söylüyorsa o değildir… Hem daha evvel de söylemedim mi; “oldum demek olmamaktır…”