Daha önce kendi hikâyemi hiç anlatmadım. Aslında pek doğru bir cümle olmadı bu. Zira bence yazdıklarımın hepsi kendi hikayemdi belki de. İnsan kendini anlatmaktan bile isteye sakınsa da istemeyerek de olsa yine ve bir şekilde kendini anlatıp duruyor. Bence yazmanın tılsımlı taraflarından biri de bu. Bahsettiğim sadece kendi fikirlerini yazmak, kendi düşüncelerinden izler bırakmak değil. Benim meselem daha çok hisler ve duygular… Her ne kadar çabalansa ve ne kadar özen gösterilse de insan yazdığı her cümlenin bir yerine kendini de saklıyor, resmini ya da ismini koymuyor belki ama kendi izlerini istese de silemiyor. Ayak izleri oluyor görebilenin baktığı yerde ve satırların arasında parmak izleri…

Benim için de böyle elbette. Aslında hiç anlatmadım dediğim zamanlarda bile kendimi anlattım yani. İnsan derdinden kaçsa kendinden kaçamıyor diye de ben söylemiştim zaten ve yine aynını düşünüyorum.

Neyse geçelim.

Bu kez gerçekten kendi hikayemi anlatayım. Belki de okuyan genç kardeşlerimden bazıları için bir tavsiye değilse de bir hatıra olarak kıymeti olur.

Daha evvel söylemiş olmalıyım; yazmak denen olay benim için daha çok bir mecburiyet hali. Hani insan böyle çok fazla şey söylemek ister de susmak zorunda kalır ve içi içini yer ya. İşte onun gibi bir hal benim için yazmıyor olmak. Söylemek isteyip de söylememek sonra gece vakti uykuya dalmaya en yakın olduğun anda zihninde yeninden ve yeninden aynı anı yaşayarak cevaplar vermek gibi. “Yazmazsam çıldırırdım” diye bir cümle hatırlıyorum. Ve kimin söylediğini şu anda kestiremesem de ben de olsam tam böyle söylerdim diyebiliyorum. “Neden yazıyorsun?” diye soranlara da “yazıyorum zira mecburum” diye cevap veriyorum zaten.

“Şimdi bunları neden anlatıyorsun?” diye soranlar olur ve olacak biliyorum. Söyleyeyim.

Daha büyümek denen fiilin ne olduğunu kestiremediğim anlarda büyük hayaller kurdum. Olacaksa da olmayacaksa da inandım. Zira ben her hakikatin bir hayalle başladığına ve inanmanın da onu gerçekleştirmekle denk olduğuna inananlardanım. Hem şair “tohum saç bitmezse toprak utansın” dememiş miydi?

Kendimi bildim bileli hep bir şeyler yazdım ve kendimi yazarak anlattım. Çok gayret ettim ve çok çabaladım. Bir hayalin gerçek olması için hayal kurmanın tek başına yetmediğini ve feragat diye bir halin hem de çok zor bir halin gerektiğini yirmili yaşların başında anladım. Ve yazmakla yaşamak arasında bir tercih yapmak zorunda olduğumu fark ettim ve ben yazmayı tercih ettim. O günlerde okuduğum bir cümle şimdi de zihnimde cevelan ediyor; “Yazanlar yaşayamaz, yaşayanlar yazamaz…”

Ben de öyle yaptım. Şimdi bana biri dese ki son on yıldır yaşadığın ya da gittiğin geldiğin şehirleri anlat diye ona anlatacağım neredeyse hiçbir şey yok. Zira ne gezilecek yerlerini gezdim ne görülecek yerlerini gördüm ne de çok fazla insanla zaman geçirdim. Kitapları tüm bunlara tercih ettim. (Bu arada bütün bu söylediklerim için en az iki şahidim var ve şahit tutacak kadar dost edindiğim için de mutluyum şu anda.)

Şimdiyse aslında yıllardan beri hayal ettiğim hatta hayalimin sınırını da aşan bir işi yapmak için “Bismillah” diyorum ve on sene evvel gecenin geç vakitlerine kadar “Acaba bu yazdıklarım bir gün kitap olur mu?” diye düşünerek hayal kuran o genç adama bir şekilde teşekkür ve her şey ama gerçekten her şey için Allah’a şükrediyorum.