Dr. Jung “Aion” adlı kitabında “Hiç kimse üzerinde ciddi olarak uğraşmadan ‘gölge’sinin (Egonun bilinçaltında saklı yanının) farkına varamaz. Onun farkına varmak demek kişiliğin karanlık yüzünü karakterinin bir parçası olarak kabul etmek demektir. Bu kabullenme kendimizi tanımak için gereklidir fakat kural olarak da her zaman bir iç direniş (inkar ediş) ile karşılaşır.” der.

Batı/lı eleştirirken tanımlamamız ve yayılmasını sağlamamızla işte bu inkar edişin tetikleyicisi olmak yerine, inancımızın kaynağı Vahiy ve sünnete uygunluğu ile tercih ettiğimiz, ideal bulduğumuz şahıs ve siyasi oluşumun prensiplerini izah ve teşri etmeyi seçmek daha verimli ve daha uzlaşmacı bir yöntem gibi geliyor bana…

Peki, görmeyelim, duymayalım ve susalım mı? Pek tabii hayır! Üç maymun hikayesi bize yakışmaz. O hakikatten ürkenlerin metodu…

Biz, yanlış olanı görüp iyi olana işaret edelim. Mesela şirki ve batılı gündeme taşımak yerine, hakikate işaret edelim ve göstermeyi öğretelim.

Tam burada, bu bahsi kısa bir rivayet ile bağlamak iyi olur:

Sultan II. Mahmut Han döneminde yaşlı bir kadıncağız duymuş ki, Hızır her gün yatsı namazında Yeni Camii’de görülürmüş. Kendisi de Hızır Aleyhisselam’ı görmeyi öteden beri çok istermiş. Eşinden izin alarak bir gece yatsı namazına Yeni Camii’ye gitmiş.

Namaz çıkışında, avluda bir kenara çekilmiş ve başlamış çıkanlara dikkatle bakmaya.

Pür dikkat çıkanları takip ederken, yanına bir yaşlı adam yaklaşıp “Ne beklersin hatun?” diye sormuş.

Kadın, “Dediler ki bu camide her gece Hızır Aleyhisselam görünürmüş, onu görmeye geldim.” demiş.

Adam, “Peki onu görsen nasıl tanıyacaksın?” diye sorunca kadıncağız, “Bilmem! Nasılda akıl edemedim.” diye seslice hayıflanmış.

O vakit yaşlı adam, “Bak öyleyse, sana onu nasıl tanıyacağını öğreteyim. Şu arakamdaki camiyi görüyor musun?” diye sormuş, kadın, “Evet!” demiş. “Işıklarına bak, söndü mü şimdi?” Kadın bakmış ki caminin ışıkları sönük. “Aa, evet söndü.” Demiş. Yaşlı adam yeniden sormuş, “Şimdi bir daha bak, caminin ışıkları tekrar yandı mı?” Kadın şaşkınlıkla bakmış ki, caminin ışıkları yanıyor. Onaylamış, “Evet ışıklar tekrar yandı.”

Yaşlı adam son cümlesini kurmuş, “İşte aynı böyle, hiç kıpırdamadan karşındaki caminin ışıklarını yakıp söndürebilen birisini görürsen anla ki o Hızır’dır.”
Kadıncağız bu tariften çok memnun olmuş ve “Hay Allah senden razı olsun!” diyerek yanından ayrılan yaşlı adama dua etmiş.

Ve koyulmuş yine beklemeye. Cami cemaati boşalmış. Ne gelen varmış ne giden. Ne caminin ışıkları yanıyormuş ne de sönüyormuş. Yaşlı adamın tarifine uygun hiç kimseyi görememiş. Melül mahzun evinin yolunu tutmuş.

Eşi sormuş, “Hızır Aleyhisselamı görebildin mi?” Kadın yarı üzgün yarı memnun bir ifadeyle eşine; “Göremedim ama nasıl görülür çok iyi öğrendim.” demiş.
Türkiye’den etrafa dağılan ışığı kimileri göremese de nasıl göreceğini öğrenir bir gün elbet.

Öğrenmiyorlar mı? O vakit cami avlusunda bekleşip dursunlar… Yanı başlarından Hızır (as) gelmiş, geçmiş fark etmemişler bize ne!?
Nasıl görmeleri, neyi görmeleri gerektiğini idrakten yoksun olanın gayretine düşmek yerine, bizler, ışıkları kim yakar, kiminle yakar ona bakalım!
(Devam edecek inşallah...)