Yaşamak biraz da yorulmak demek sanırım. Beden değil, gönül yorgunluğu bu söylediğim. Ya da şöyle bu çağda yaşamak insanı çok yoran bir şey. Günün doğduğunu anlamadan, bittiğini fark ediyor insan. Ve bunca hızlı yaşamanın kime ne faydası var diye düşünmeden edemiyorsun.

“Aşk biterse yorulur insan, ben ne zaman ölürsem Neşet yoruldu desinler” diyor Neşet Ertaş. Belki de doğru olan onun söylediği. Ama kusur da arıyor insan kendinde. Bunca yorgunluğun sebebi aşkın, şevkin, hevesin azalması mı yoksa diye korkuyorum.

Sonra bunca düşüncemden kokuyorum. Zira dünyanın hilesi yaşamak sırrımı bozdu mu diyorum. Oysa hiçbir şeyimiz yok bizim kâri. Sahip olduğumuz hiçbir şey yok. Zaten sahip olmak gibi bir maksadımız da yok esasında ve öyle bir istidadımız da. Ama öyle inandırılmışız. Hem güzel tarafı şu ki sahip olmayanın kaybetmeye korkusu da olmaz. Dünya gamını taşımaz sırtında hamal gibi. Belki ve en güzeli bir başkasının gönlünü taşır gönlünde. Gönül kırmaktan korkar, karşı durmaktan korkar, hakka girmekten korkar evet, ama ölmekten korkmaz.

Ve hatta hayretim hayranlığa varıyor ömrü boyunca durmadan, yorulmadan, vazgeçmeden aynı aşkla aynı şevkle ve aynı gayretle çabalayan insanlara.

Neyse, bu kadar duygusal kısmı bir bahs-i diğer elbette. Ama bu girizgâh üzerinden söylemek istediklerim var.

Bizim gibi insanlar için yaşamak değil de taşımak sanıyorum bu başımıza gelenin adı. Ağırca bir yük taşımak, dert taşımak ve belki de vebal taşımak.

Geçtiğimiz günlerde bir video izledim ben. İçimi çok acıtan bir video. Suriyeli bir abla, yokluk içinde şöyle diyordu;

“Bazen ekmek bile alamıyoruz. Ne yapalım, hiçbir çaremiz yok. Ben bütün Müslümanları Allah’a havale ediyorum. ‘La ilahe illallah’ diyen ama bizim bu halimizi görüp de hiçbir şey yapmayan bütün Müslümanları Allah’a şikâyet ediyorum.

Ne diyeyim? Daha fazla diyeceğim yok. Yorgunum, gönlüm de yorgun…”

İşte omzumuzda, gönlümüzde taşıdığımız ama yaşamak dediğimiz bir sızı daha size. Hem de nasıl bir sızı! Bakıyorum, okuyorum, izliyorum, dinliyorum ama dayanamıyorum. Sonra bir soru, koskoca bir soru gönlümü kavuruyor. Ağırlığını omzumda değil tüm bedenimde hatta ruhumda hissediyorum;

“Nasıl hesap vereceğiz?”