Trakya’da yarısı Bektaşi olan bir sınır köyüne genç bir imam görevlendirilir. İlk gün, uzun süredir temizlik görmemiş camiyi siler süpürür.

Ezanını okur, namazlarını tek başına kılar. Köye imam geldiğinden köylünün henüz haberi olmadığını o yüzden cemaate kimsenin gelmediğini düşünür.

İkinci gün de yol üzerindeki camiye bir yolcu uğrar sadece vakit namazında…

İmam bakar ki köylü camiye gelmiyor, bari ben gideyim deyip, caminin hemen karşısındaki kahvenin kapısını açar, selam verir. Neredeyse ağzına kadar dolu olan kahvede köylü okey vs oynamaktadır.

Genç imamı görünce çay ısmarlamak için buyur ederler, imamın ağzını açmasına fırsat vermeden biraz mahcubiyetle biraz da espriyle niye camiye gitmediklerini izah eden bir de hikâye anlatırlar.

Vaktiyle, sınır karakolunda görevli namazında niyazında bir başçavuş, ilçeye gidip gelirken camiye uğramaktadır. Ancak ne zaman uğrasa caminin boş olduğunu görür.

Bir gün tepesi atar, askerleri toplayıp köyün kahvesini basar. Başlar, sıra dayağı atmaya… Bir yandan da köpürür…

“Ulan devlet size imam göndermiş, maaşını öder, cenazenizi kaldırır, Mevlidinizi okur, caminin ihtiyacını görür, siz niye gitmiyorsunuz camiye?”

Tabii sıra dayağından Bektaşi olup olmadığına bakmaksızın kahvede binamaz ne kadar köylü varsa nasibini alır.

Başçavuş her tokat attıkça sıranın sonundaki bir Bektaşi ihtiyar kıs kıs gülmektedir.

Başçavuş sıradakini bir, iki tokatlar, dayanamaz, gider ihtiyarın yanına, “Sıra sana geliyor, ne gülüyorsun ihtiyar?” diye sorar. İhtiyar cevap verir:

“Kumandanım, ben bunlara söyledim zamanında, ‘Camiyi yıkın’ diye, beni dinlemediler, ona gülüyorum.”

İmam, köylü ile muhabbete vesile olan bu hikayeye tebessüm eder, geçer, zamanla da o köy camisi en çok cemaati olan camilerden biri olur.

ALEVİ ÇALIŞTAYLARI NİYE DEVAM ETMİYOR?

Birkaç gün önce evimize bir büyüğümüzün sağlık sorunu sebebiyle sağlık memuru bir beyefendiyi çağırdık, geldi. Allah razı olsun büyük bir hassasiyetle kan aldı, sonra birlikte hastaneye götürdük kanlara bakılması için.. Gazeteci olduğumu öğrenince de haliyle konu siyasete geldi.

Malatyalı bir Bektaşi olan abimiz, emekli olmuş. “Bugüne kadar hiçbir zaman AK Parti’ye ve Erdoğan’a oy vermedim” dedi. Sonra beni bulmuşken merak ettiği konular olduğunu söyledi ve peşi sıra sorular sordu ben de dilim döndüğünce cevap verdim.

2010’lu yıllara kadar oy vermese de Erdoğan’ın darbecilerle mücadelesinden, Türkiye’nin bolluk içerisinde olmasından mutluuk duyduğunu, hatta sonradan çocuklarını özel üniversitede okutabilmek için satsa da Erdoğan sayesinde TOKİ’den ev sahibi olduğunu, sağlık alanındaki devrimleri, çalıştığı sağlık ocağına SSK’lıların giremediği günleri bildiğini, bu ülkenin çocuklarının terörün kucağına itilmesine son verecek çözüm sürecini desteklediğini, Alevi Çalıştayları ile ilgili Erdoğan’ın bir toplantısına dahi katıldığını ve alkışladığını anlattı.

Cevabını en çok merak ettiği konuların başında; bugün yaşadığımız elektrikteki pahalılık başta olmak üzere gündelik problemler, Alevi Çalıştayları’nın niçin devam etmediği ve Erdoğan’ın niçin artık ‘Kürt sorunu yoktur’ dediği geliyordu.

Hayatımın her döneminde kendisini Alevi olarak ifade eden çok yakın komşularımız, dostlarımız, arkadaşlarımız oldu. Hiçbirisi ile en küçük insani bir problem yaşamadık.

Hatta aynı sınıfta okuduğumuz pek çok arkadaşımızın Alevi olduğunu bile Gezi olaylarına kadar bilmiyorduk desek yeridir.

Yukarıdaki hikâyeyi ve sağlık memuru abimizle sohbetimizi bu toplumun Sünni, Alevi fark etmeksizin ne kadar iç içe geçtiğini, toplumun bir kesiminin dindarlık algısının bile benzeştiğini anlatmak için aktardım.

Sohbet ettiğimiz abimizin söyledikleri de bu ülkenin temel meselelerinin kimliğe, kişiliğe bakılmaksızın 84 milyonu ilgilendirdiğini bir kez daha hatırlattı bana.

Sağlık memuru abimizle uzunca konuştuk ama benim o sohbetten çıkardığım temel mesele, her zaman yakındığımız Erdoğan’ın bu ülke için neler yaptığını, hangi fedakârlıklarının nasıl sabote edildiğini ve dahası Erdoğan’ın Kürt meselesinde de Aleviler konusunda da insani hassasiyet ve samimiyetinin yeterince anlatılamadığı oldu.

İşin ‘bakan göz’ tarafı da masum değil.

Üstad Necip Fazıl’ın İslam’a ilişkin söylediği, ‘Güneş yenilenmez, gözü yenilemek gerek’ sözünü teşbihte hata olmaz diyerek Erdoğan’a uyarlasak yanlış olmaz sanırım.

13 yaşındayken bir ev sohbetinde tanıdığım, aylarca çok yakınında çalıştığım, pek çok kez özel sohbetlerine dahil olduğum Erdoğan, bundan 20-30 sene önce neredeyse aynı yerde, aynı samimiyette duruyor.

Ancak Gezi’yi tezgâhlayanların sol terör örgütleri üzerinden Alevi kardeşlerimiz ile Erdoğan’ın arasına soktukları fitne gibi, yalanla, algıyla Erdoğan’a karşı kin ve nefret ürettirmek için canla başla çalışan fitne odaklarının başta bir kısım Alevi kardeşlerimiz olmak millete taktığı yıkım gözlüğünü çıkarmadan o samimiyeti görmek zor.