Ustad, yarın sabah 7’de hazır ol, seni biz almaya geleceğiz’’ derken,  yüreğinin sevinç dolu çırpıntısı sesine yansıyor. Belirlenen vakitte geliyorlar, Rukneddin’deki evimin önüne. Elimde küçük bir bagajla yanlarına gittiğimde Eymen Halid beni zıpkın gibi genç bir adamla tanıştırıyor ve ‘’Aracımızı Amir kullanacak’’ diyor, heyecanla yola koyuluyoruz. Formal tanışıklık faslı, ardından giriştiğimiz derin sohbetler esnasında Amir’in bir ekonomist olduğunu, İngilizcenin yanı sıra İbranice, Fransızca ve Rusçayı da ileri derecede bilip konuşabildiğini öğreniyorum, Arapça zaten ana dili. ‘’Niye Türkçe yok?’’ diye soruyorum espriyle karışık. ‘’Kesinlikle o da olacak, çok yakında inşallah’’ diyor. (Şu an katil Esed rejiminin ağır bombalarla yerle bir ettiği Yermuk’ta) Filistin Kültür Merkezi bünyesinde kısa süre içinde Türkçe kursu açacaklarını, tüm altyapı çalışmalarının neredeyse tamamlandığını ve kendisinin de bizatihi bu kursta ders görüp bir yıl sonra benimle ve tüm Türk kardeşleriyle artık Türkçe olarak konuşabileceğini söylüyor, gülüşüyoruz.  Muhabbetimizin ilerleyen aşamasında anlıyorum ki, bu genç adam, İslami Cihad liderleri Dr. Ramazan Şallah ve Ebu Tarık’ın önemli bir öğrencisi ve mezkur Yermuk Filistin Kültür Merkezi’nin de müdürü.

Arap basınının güçlü kalemi Eymen Halid uzun yolculuğumuz esnasında bir ara bana Amir’in uluslararası geçerliliği olan sertifika sahibi, çok yönlü ve nitelikli bir uçak pilotu olduğunu söylüyor. Şaşkınlıkla ‘’Gerçekten mi?’’ diye soruyorum Amir’e. Hayatta en çok sahip olmak istediğim yeterliliğe bu genç adamın erişmiş olması bu kez beni heyecanlandırıyor. En az iki saat uçaklar, uçuş teknolojileri ve pilotluk üzerine zevkli bir muhabbet sürdürüyoruz.

Manzaralar, iklimler, insan ve şehir görüntüleri değişiyor yol boyu. Lazkiye güzergahını takip ederek Yaylapınar Sınır Kapısı üzerinden Türkiye’ye ulaşıyoruz. Eymen sesli gülücükler eşliğinde ‘’Gülümse; çünkü artık Türkiye’desin!’’ sözünü defalarca ve yorulmaksızın tekrarlıyor.

Amacımız bir an önce Antalya’ya varabilmek; çünkü orada can dostlarımız var, yetişmeliyiz onlara, mümkünse hemen, şu an telaşındayız. Biz gidemeyeceğiz Gazze’ye; ama uygulanan insanlık dışı kuşatmayı kırmak adına her türlü riski alarak yola çıkacak olan özgürlük sevdalısı yoldaşlarımızı bu kutlu yolculukta en azından uğurlayabilmek istiyoruz. Dünyanın her bir yanından gelen insanlar, her dinden, her inanç ve kültürden… İnsanlık adına rahatlarını bozabilen bu mübarek insanları dua ve sevgilerimizle denize salacağız. Tam anlamıyla yüce insanlık idealleri adına çıkılan bir sefer bu, ama tehlikeli gelişmeler de olabileceği düşüncesi zihnimin bir tarafını meşgul ediyor her nedense.

Eymen, Türkiyeli dostlarını anlatıyor Amir’e ara ara. Hakan Albayrak’tan, Adem Özköse’den, Ahmet Varol’dan ve diğer dostlarından çok ulvi bir sevgiyle bahsediyor. Ben de kimi zaman Türkiye siyasi tarihi üzerine bilgiler veriyorum, fonda Filistin direniş marşları…

Nihayet Antalya’ya, Mavi Marmara ehline kavuşuyoruz. Cemaat, Kepez Belediyesi Spor Salonu’ndaymış, oraya yönlendiriliyoruz. Aman ya Rabbi, kimler yok ki burada! Hayatım boyunca birbiriyle bu denli kardeşçe kucaklaşan geniş yelpazedeki insan topluluğuna rastlamadığımı düşünüyorum. Özgürlük türküsü söyleyen dünyanın en güzel, en mütevazı insanları burada. En içten muhabbetlerle yapılan musahafa, muanakalar esnasında bir aralık Amir’in yüksek perdeden sesini duyuyorum. Meğer Şeyh Raid Salah’ı görmesi nedeniyle attığı sevincin çığlığıymış bu. Malum, ana vatanına, baba yurduna hasretler. Ne Gazze ne Batı Şeria ne Ramallah ne Kudüs’ü gidip görme imkanı olmayan sürgün kardeşler bunlar. Raid Salah onlar için ayrı bir anlam ifade ediyor tabii ki, belki de çoğumuzun hiçbir zaman anlayamayacağı denli içrek. Raid Salah henüz kim olduğunu bilmeden bu delikanlıyı muhabbetle bağrına basarken, o da bu aralık kim adına Türkiye’de bulunduğunu fısıldayıveriyor kulağına. Raid Salah nur yüzüne bakıyor bu sefer Amir’in ve tam olarak Arapça öpüyor. Eymen Halid de geliyor elerine sarılıyor öpmek için; Şeyh izin vermiyor. Onu alnından öpüyor. Ben sadece çok mutlu bir şaşkınım ve sadece tanıklık etmekle meşgulüm, bu belki de hiçbir zaman tekrarı olmayacak anlara.

Hakan Albayrak ve dostlarıyla buluşuyoruz. Muhabbet dolu inanılmaz sahneler yaşanıyor. Kardeşlik, kardeşlik, en geniş ve sadakat dolu anlamıyla saf bir kardeşlik kokusu hakim Antalya’nın tüm sokaklarına; belki de çok uzun zamandır tanık olmadığınca… Ebubekir Kurban’ı görüyorum, Eyüp Gökhan Özekin’i… Bahadır İslam’ın nurlu yüzünü sanırım ilk kez orada fark ediyorum. Yahya Coşkun da bitirim genç halleriyle orada. Eymen Halid, sevgili Bülent Yıldırım ve arkadaşlarıyla uzunca sohbetler ediyor.

Ve en nihayetinde ‘’vira bismillah’’ diyecekleri gün geliyor insanlığın onuru adına. Muhteşem bir kalabalık Antalya Limanı’nda. Gözlerim, damatlarımız Adem Özköse ve Adil Tuna’yı arıyor. Bu esnada bazı Düzceli dostlarla da karşılaşıyorum. Şu an Milletvekili olan İbrahim Korkmaz dostum, ağabeyim de orada, uzunca sohbet ediyoruz. Onun bu gemide olmasından ayrı bir sevinç duyuyorum.

Nihayet muazzam kalabalık arasında Adem ve Adil’i de görüyorum. ‘’Oğlum, dikkat edin, bizim kızları dul bırakmayın, akıllı olun’’ diyorum. Gülüşüyoruz. ‘’Yok ya dayı, gidip geleceğiz işte’’ diyorlar. Kucaklıyorum onları. Tüm dostları öpe koklaya uğurluyoruz dualar, marşlar ve sloganlar eşliğinde. Gemi yola çıktıktan sonra biz de dostlarımızla istikameti yeniden Şam’a çeviriyoruz.

O meş’um gece haberler bize ulaştığında Antakya’daydık… İsrail’in tüm dünyaya meydan okurcasına uluslararası sularda Mavi Marmara’ya saldırması ve ardından PKK’nın İskenderun’da bir askeri birliğe saldırıp 7 askerimizi şehit ettiğini öğrendiğimizde aklımız gidiyor ve resmen kurdeşen döküyoruz. Eymen, Amir ve ben hemen bir şeyler yapıp İsrail’e karşı misillemede bulunmak istiyoruz… Endişeliyiz, ‘’Merkezlerinizi harekete geçirin, birkaç roket atıp tehdit etsinler’’ falan diyorum, bu arada gemiyle bağlantılar kesiliyor ve kaygımız artıyor. Ellerinde silah olmadığına emin olduğumuz sivil bir yardım gemisine haydut bir güç tarafından saldırı yapılıyor ve bu gemide bizim canlarımız, dostlarımız, kardeşlerimiz ve yoldaşlarımız var…

Ah Mavi Marmara! Ah o güzel ve cesur insanlar topluluğu! Esasen Arap İntifadası, devrimleri, başkaldırısı, adı her neyse işte… Bunların tümünün ilham kaynağı da sizsiniz, kutlusunuz, mübareksiniz! Şehitlerimizin kanı yudum yudum ilham olmuştur tüm İslam dünyasına, izzet ve şeref dolu özgürlük mücadelesi adına… Bu destan, kısa ve güçlü bir manifestosudur zulme başkaldırının…

Selam ve duayla…