15 Temmuz saldırısına karşı bu toprakların farklı görüş ve yaşayış biçimine sahip olsalar da ortak dertleri vatanın selameti olan yiğitlerinin direnişiyle bir kez daha siyasi literatürümüze girdi millilik. O gün kanlarını feda ederek aynı ülkü etrafında birleşen millet kendi siyasi temsilcilerini de büyük ölçüde ortak bir çizgide buluşturmaya başardı. Milli ve yerli duruş ifadesi artık iktidardan nemalanamayan liberal Batıcılar, çözüm sürecinde ülkeyi uçurumun eşiğine getiren çevreler ve İslamcılık iddiasında bulunan kimi yapılar tarafından alay konusu yapılıp küçümsense de son derece hayatidir. Neden mi?

İktidarların icraatlarından, söylemlerinden rahatsızlık duyulması tabiidir. Hatta bir iktidarın meşruiyeti ve sıhhati, ülkede sağlam, ıslah edici bir muhalefetin varlığıyla ölçülebilir. Fakat muhalefetin dili ve duruşu kadar gücünü nereye dayandırdığı da önemlidir.

Ülkemizde Abdülhamid Han’ın iktidarının baskıcı bir idare olduğunu iddia eden İttihatçılar muhalefetlerinin merkezini bir gün İsviçre’de, bir gün Paris’te, bir gün Kavalalı’nın Mısır’ın da sürdürdüler. Bu merkezlerden aldıkları destekle sonunda iktidar oldular. Kısa sürede İmparatorluğu savaşa sokup yıktılar. Sonra Abdülhamid’in devrilmesiyle yıkılan devletin enkazının altında hep birlikte kaldılar. Bir kısmı pişman olduklarını itiraf ettiler ama sonucu değiştirmek artık mümkün değildi. Düşmanın kanatları altında sürdürdükleri muhalefet sonunda, iktidar olsalar bile asla muktedir olamadılar.

Bir başka öykü Irak’ta tekrarlandı. Irak işgali öncesi Saddam aleyhinde sürdürdükleri muhalefetin merkez üssü olarak İran’ı seçen Dava Partisi, Molla rejiminin gölgesinde büyüdü. Muhammed Bakır Sadr gibi öncüleri İslamcılık düşüncesinin önemli isimleri arasında yer aldı. Hatta Türkiye’deki İslamcı kitabevleri örgütün önde gelen isimlerinin eserlerini yayınladılar. İşgal sonrası ABD himayesinde kurulan rejimin Başbakanları bu hareketten çıktı. İbrahim Caferi, Nuri el Maliki gibi isimler elbirliğiyle Irak’ı mezhep ve etnik kimlik temelinde bölmeyi başardı. Hatta katliamları Irak’ı aştı. Suriye’de sivil halkı katleden Haşdi Şabi gibi çetelerin temellerini attılar. Saddam’ı devirmeyi başardılar ama yabancıların gölgesinde sürdürdükleri muhalefet milli olmadığı için Irak’ı yok ettiler.

Libya’ya bir heyetle devrimin hemen sonrasında gitmiştim. 1200 siyasi tutuklunun Kaddafi’nin emriyle bir günde infaz edildiği söylenen Trablus yakınlarındaki Ebu Selim Cezaevi’ni gözlerimle gördüm. Eğer doğruysa sadece bu cürüm dahi Kaddafi’nin devrilmesi için yeter sebepti. Fakat muhalifler devrim için Batı’nın desteğine talip oldular. Fransa’nın, ABD’nin teşvikiyle gerçekleşen devrim sonunda Kaddafi devrildi. Fakat Libya en az üç parçaya bölündü. Trablus’taki devrim hükümeti ise asla ülkede istikrarı sağlayamadı. Muhtemelen de asla sağlayamayacak.

Ülkenizdeki durum her ne olursa olsun, çözümü yabancıların himayesinde arıyorsanız hem vatanınızı kaybedersiniz hem de şerefinizi. Milli değilseniz eğer, külliyatlara varan teorilerinizin hepsi boştur. Milli bir duruşa sahip olmak tahfif edilecek, alaya alınacak bir şey değildir. Şayet söylemlerinizde, duruşunuzda ve muhalefetinizde milli değilseniz, vatan diye bir mefhumu ciğerlerinizde solumuyorsanız okuduğunuz o kitapları yakın, ürettiğiniz o teorilerinizi çöpe atın. Yoksa o teoriler ve o çarpık muhalif duruşunuz ülkenizle birlikte sizi de yok edecektir.