Yaşadığımız yüzyılda maruz kaldığımız, maruz bırakıldığımız ve yaşadığımız birçok şeyi unuttuk veya unutmak için zihnimizin hatırlama bölgesini kapattık. Tek tipçi ve tepeden inmeci eğitim sistemi de bunu destekler mahiyette yürürlükte tutuldu. Milyon kilometre kare ve kıtalara yayılan Osmanlı’dan tevarüs eden toprak kayıplarını unuttuk. Modernleşme adına yaşadığımız zihni suikastları unuttuk. Medeniyet değiştirme darbesi yapanların kimliklerini unuttuk. Bin yıllık medeniyet birikimi ile aidiyetimizi inşa eden harflerimizi, kelimelerimizi kaybettik ve kitaplarımızı kütüphanelerde ‘tuğla yığınlarına’ dönüştürenlerin yapıp ettiklerini ve tarihe ihanet edenleri unuttuk. Kaç nesildir demansa/unutmak hastalığına mahkûm ezberciler olarak yaşıyoruz?

Çanakkale’nin-Gelibolu’nun geçilemeyen hikâyesi baştan sona tarihe, insanlığa ve Yemen’den-Bosna’ya, Trablusgarp’tan-Kafkasya’ya uzanan ortak vatan savunması şuurunun küllendirilmesidir. Mücadelenin, savaşın, direnişin, stratejik savunma destanı Çanakkale Zaferi, bir başka ülkeye nasip olsaydı; binlerce kitaba, filme, diziye, araştırmaya konu edilir ve nesiller boyu yaşatılırdı. Biz orta öğretim müfredatında birkaç sayfa ile geçiştirip Anafartalar Cephesi’ni anlatmakla yetindik. Oysa Çanakkale 15 yaşla 70 yaş arasındaki Türklerin, Kürtlerin, Arapların, Arnavutların, Çerkezlerin, Lazların hatta Osmanlı tebası Rumların direniş ve var oluş destanı, son istinatgâhlarıydı. Bir mucizenin, birlikte yaşama arzusunun, dayanışma ruhunun destanı yazıldı Çanakkale’de. Ve bu destanı Mehmet Âkif "Teşkilât-ı Mahsusa Reisi" Kuşçubaşı Eşref Bey ile birlikte Anadolu-Bağdat demiryolunun en son istasyonu El-Muazzam'daydı. Kuşçubaşı’na haber ulaştığında oradakilerle paylaşır ve Âkif, Kuşçubaşı Eşref Bey'in boynuna sarılarak, hıçkıra hıçkıra ağlar. Aylardır beklediği müjde gelmiş, düşman denize gömülmüştü. Kuşçubaşı Eşref Bey şöyle anlatıyor: 'Ay bedir halindeydi. Çöl gecelerinin parlak yıldızlı semasını, zaferimizin şerefine aydınlatan ayın bu efsanevî ışıkları altında, Mehmet Akif bu güneşi unutturacak kadar parlak çöl gecesinde sabahladı. İstasyon binasının arkasındaki hurmalığın içine çekildi. Sadece hıçkırıklar duyuyorduk. İçli, derin hıçkırıklar... (...)' Sabahleyin, vazifesini tamamlamış fanilerin az kula nasip olan rahatlığıyla yüzüme derin derin baktı: ‘Artık ölebilirim Eşref’ dedi. Gözlerim açık gitmez." Akif kalbiyle, ruhuyla, aklıyla ve bütün hissiyatıyla Çanakkale’deydi. Orda bir tepede durmuş “Eski Dünyâ, Yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer,/ Kaynıyor kum gibi, tûfan gibi, mahşer mahşer; Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına./Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz.../Medeniyyet denilen kahbe, hakîkat, yüzsüz./Sonra mel’undaki tahrîbe müvekkel esbâb,/Öyle müthiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb; Sana dar gelmeyecek makberi kimler kazsın?/Gömelim gel seni tarihe desem, sığmazsın” diye insanlara, insanlığa ve şehitlere sesleniyordu.

Süleyman Nazif, “Çanakkale Şehitlerine” şiirini okuduktan sonra “Allah’ın şehitleri olduğu gibi, şairleri de var” diye haykırır; ancak şiir yazıldıktan birkaç yıl sonra Sebilürreşat’ta yayımlanır. Bu da İstiklal Marşı’nın yazılış hikâyesi ve para ilişkisi kadar özel bir hikâyedir.

Çanakkale Savaşı ‘Osmanlı Devleti’nin yıkılması için içerden ve dışarıdan verilen karar’ karşısında gerçekleşen bir mucize; Âkif’in eseri de şiirin gönül dünyasında patladığı mucizevi şehrayindir.

**

Çanakkale Savaşı’nın sona ermesinden sonra savaş alanı “korunmak üzere” askeri bölge ilan edilir ve kapatılır. 1935 yılına kadar sivil yerleşim ve ziyaretlere kapalı tutulan alana araştırmacılar genel kurmaydan alınan özel izinlerle girebiliyorlardı. 1935 senesinde Balkanlardan getirilen iki köy nüfusu kadar muhacir aile, bölgeye yerleştirilir. Yerleştirilen köylüler çiftçidir ve şaşkındır; yerleştirildikleri yerde ekip-biçecekleri bir arazi ve tarla yoktur. Etrafta savaş günlerinden kalma toplar, top ve mitralyöz mermileri, mutfak olarak kullanılan alanlarda kazanlar, karavanalar ve çadırlar vardır. Siperler, şehit mezarları iç acıtıcı bir vaziyette adım attıkları her yerdedir. Siperler ve geçitler, tabyalar arazide sıralanmıştır.

Yetkililere vaziyeti şikâyet edenlere kendilerine yer açmaları için izin verilir. Almanlardan alınan büyük toplar oksijen kaynaklarıyla kesilerek parçalanır ve bir hurdacıya satılır. Mermi kovanları küreklerle çuvallara doldurulur. Siper kütükleri ve diğer ağaç parçaları siperlerden sökülerek samanlıkların inşasında kullanılır. İnşaat malzemesi olarak kullanılamayacak durumdaki kütükler ısınmak için istif edilir. Siperler toprakla doldurularak düzleştirilir. Şehit kemiklerinin denizden atılan top mermilerinin açtığı büyük çukurlara doldurularak örtüldüğü konuşulur; ancak bu konuda bir kayda ve yazılı belgeye ulaşamadım. Tarla haline getirilen savaş alanı ekilir biçilir ve bir destanın yazıldığı topraklardaki belgeler yok edilir.

**

Çanakkale’de dünyanın en büyük ortak savaş gücünün denize gömüldüğü tarihin üzerinden bir asırdan fazla zaman geçti. Hâlâ hayatlarımızın bir parçası yapamadığımız, yenilmediğimiz bir savaşın bize yaşattığı eziyetin ve büyük paylaşıma konu edilişinin üzerinden geçen zamana rağmen el konulan topraklarda süren huzursuzluklar ve büyük dramlar. Reddi mirasla kurulan ve kimliğini bulamayan yeni devletin arayışları. 1980’lere kadar yok sayılan Çanakkale’nin yeniden hayatımıza girişinin hikâyesi. Bir Japon Heyeti’nin tavsiyesiyle Çanakkale! “Bir metrekareye bin merminin düştüğü Çanakkale Zaferi'nin kazanıldığı tarihî savaş alanları sizde. Çocuklarınızın ve gençlerinizin şok olması için yeter de artar bile Çanakkale. Dünyanın en gelişmiş ve güçlü ordularına karşı Türkler olmazları olduruyor ve bütün dünyayı hayretler içerisinde bırakan bir zafer kazanıyorlar. İmanın, azmin, birlik ve beraberliğin neleri yendiğini ispatlıyorlar burada. İşte sadece bu olay, bu bölge ve bu zafer dahi gençlerinizin millî şuur kazanmalarına yetecek örneklerle doludur. Bu sebeple gençlerinizi gruplar halinde Çanakkale'ye götürüp gezdirmelisiniz. (…).”

**

”Âsım’ın nesli diyordum ya, nesilmiş gerçek:

İşte çiğnetmedi namusunu, çiğnetmeyecek!”

 *

Çanakkale, bir neslin diriliş muştusu olarak düştüğü yerdir; bir millet orada yeniden dirildi ve kurduğu köprülerle savaşmaya gelenlere geçiş, birlikte yaşama ve birbirine tutunarak hayatta kalmayı vadediyor.

 *

Şehitlere ve şahitlere rahmet olsun.