İsrail’in aşırı sağ hükümetinin icraatları nedeniyle ülkede haftalardır protestoların yapıldığını yazmıştık. Meydanlara çıkan İsrail halkı, hem hakkındaki yolsuzluk davaları nedeniyle Başbakan Netanyahu’nun hem de ırkçı ve kavgacı söylemleri nedeniyle Ben-Gvir ve Smotrich’in istifasını istiyor.

Buna ilave olarak, hükümetin sözde yargı vesayetini sonlandırmak için ortaya attığı yargı reformu tasarısı da tepkileri çekmiş ve ülkede denge-denetleme mekanizmasının ortadan kalkacağından şüphe eden yüzbinlerce İsrailli, güvenlik güçleriyle çatışmak pahasına bu tasarıya karşı çıkmıştı.

Hatırlanacağı üzere 26 Mart gecesi boyunca devam eden protestolar ve grevler nedeniyle, Netanyahu geri adım atmış ve yargı reformunun yaz dönemine ertelendiği açıklanmıştı. Bu açıklamayla grevler sona erse de protestolar hâlâ devam etmekte ve hükümet üzerinde bir baskı oluşturmaktaydı. Fakat İsrail tarihinin en aşırı sağ hükümetini kuran Netanyahu’nun, hakkındaki yolsuzluk davalarından kaçınabilmek için başbakanlık koltuğunda oturmaya ve bunun için de köktendinci ve fanatik milliyetçi koalisyon ortaklarına verdiği sözleri bir şekilde yerine getirmeye ihtiyacı vardı.

Ancak ülkenin yargı reformu tasarısına endekslenen gündemi, Netanyahu’nun planlarını bozuyordu. Aslında yıllardır İsrail siyasetini domine eden ve ne zaman hangi kartı oynayacağını çok iyi bilen Netanyahu için bu durumdan çıkmak çok da zor olmamıştı. Zira ülke zaten çok kırılgan olan bazı fay hatları üzerinde duruyordu. Her ne kadar demokrasi, özgürlük, eşitlik ve insan hakları gibi evrensel değerler toplum tarafından önemsense de, hiyerarşik olarak en önemli konu güvenlik meselesiydi.

Güvenlik kartı zaten Netanyahu tarafından yıllardır başvurulan bir kozdu. Bunun için de, Müslümanların kutsalı olan Mescid-i Aksa’ya müdahale edip ibadet eden Filistinlilere saldırmak veya Aksa’ya fanatik Yahudileri sokarak Filistinlileri kışkırtmak yeterliydi.

Böyle bir müdahale karşısında başta Hamas veya İslami Cihat olmak üzere Filistinli gruplar doğal olarak misilleme yapınca da bunlara yönelik saldırılar gerçekleştirerek ve ülke bir nevi savaş ortamına sokularak gündem birdenbire güvenlikleştirilmiş olacaktı.

Zaten bu konuda kendisine yardım etmeye dünden razı olan hükümet ortakları da mevcuttu. Geriye sadece fitili ateşlemek kalıyordu. Bu konuda şans Netanyahu’nun yanındaydı. Zira Ramazan ayı ile Yahudilerin Pesah bayramı çakışıyor ve bu da iki tarafı karşı karşıya getirmek için mükemmel bir fırsat sunuyordu. Zaten bazı fanatik Yahudi gruplar Pesah bayramında Mescid-i Aksa’ya gidilmesi ve burada kurban töreninin icra edilmesine yönelik çağrılar yapıyordu.

Bunun üzerine polis teşkilatından sorumlu ulusal güvenlik bakanı Ben-Gvir de, tüm Yahudileri Mescid-i Aksa’ya çıkmaya çağırınca, beklenen kıvılcım da bulunmuş oldu. 5 Nisan gecesi sahur vakti İsrail polisinin Mescid-i Aksa’ya baskın düzenlemesiyle başlayan süreç tam da Netanyahu ve ortaklarının istediği gibi ilerledi. İsrail polisinin baskınına misilleme olarak Gazze’den roketler fırlatılması üzerine İsrail Gazze’ye hava saldırısı düzenledi. Sözde terörle mücadele maksadıyla eş zamanlı olarak Batı Şeria’da da operasyonlar yapılmaya başlandı.

İsrail saldırılarının devam etmesi üzerine Lübnan’daki Hizbullah tarafından Filistinlilere destek olmak maksadıyla İsrail’e yönelik roketler atılmaya başlandı. Daha sonra Lübnan’dan atılan roketlerin burada konuşlu Hamas güçleri tarafından atıldığı söylendi. Ama hem Hamas hem de Hizbullah mevziileri vurulmaya başlandı.

Böylelikle güneyinden ve kuzeyinden roket saldırılarının hedefi olan İsrail’in birinci gündemi güvenlik oldu. Medyada protesto haberlerinin yerini roket saldırıları, insanların sığınaklara girme görüntüleri, İsrail askerlerinin cephe görüntüleri, vurulan hedefler ve az da olsa demir kubbe sistemini aşan roketlerin düştüğü yerlerdeki hasar görüntüleri servis edilmeye başlandı.

Ve beklendiği gibi kudretli başbakan Netanyahu bir basın toplantısı düzenleyerek, İsrail’in maruz kaldığı saldırılara karşı tüm cephelerde gerekli karşılığı verdiğini ve vermeye devam edeceğini, iç politikada yaşanan bazı sorunların İsrail’in düşmanlarını heveslendirdiğini ancak İsrail’in her şeye rağmen zafiyet içinde olmadığını ve her türlü düşmana karşı hazır olduklarını açıkladı.

Netanyahu konuşması esnasında, halkın da böyle bir durumda iç politikadaki anlaşmazlıkları bir tarafa bırakması ve ideolojik farklılıklara rağmen İsrail’in güvenliği söz konusu olduğunda tüm kesimlerin hükümetin arkasında durması gerektiğini de araya sıkıştırıverdi.

Bir hafta önce İsrail polisinin Mescid-i Aksa’ya baskınlarını bir türlü göremeyen Batı medyası da üzerine düşeni yaparak, “İsrail saldırı altında” manşetlerini geçmeye başlayınca iş tamamına erdi. Artık kimse Filistinli grupların niye roket atmak durumunda kaldığını sorgulamıyordu bile. İsrail saldırı altındaydı ve tüm özgür dünya İsrail’in terörle mücadelesinde onun arkasında yer almalıydı. Bu arada İsrail halkı da bir zahmet hükümetinin arkasında durmalı ve ergen işi protestolara da artık bir son vermeliydi. Zira esas olan İsrail’in güvenliğiydi…

İşte siyaset cambazı Netanyahu’nun, ülkenin gündemini değiştirerek protestolar nedeniyle yaşadığı siyasi sıkışmışlığı sonlandırmak için başvurduğu bir operasyon da böylelikle başarılı bir şekilde tamamlanmış oluyordu. Tabi ki böyle bir operasyonda birkaç Filistinli veya İsraillinin ölmesi veya yaralanması da normal karşılanabilirdi. Zira mühim olan İsrail’in güvenliğiydi. Gerisi lafügüzaf.

Bakalım İsrail halkı bu oyunlara daha ne kadar kanacak? Kendi menfaatleri için ülkesini ateşe atan bu siyasetçilere ne zaman dur diyebilecek? Filistin topraklarının işgalini sonlandıracak ve bu sayede iki taraf arasında muhtemel bir barışın önünü açabilecek siyasetçileri ne zaman iktidara getirecek?