Daha ortaokul yıllarımda rahmetli Mehmet Şevket Eygi’nin Bedir Yayınları arasından çıkan “Kütlelerin İsyanı” isimli kitabıyla tanımıştım Ortega y Gasset’yi. Önce ismi garip gelmişti, sonra da Eygi’nin neden böyle bir ecnebiyi dilimize çevirme gereği duyduğu. Ortaokuldaki ilk okumalarımda pek bir şey anlayamadım tabi ki. Gasset’yi anlayabilmek için lise yıllarını beklemem gerekti. O yıllardan sonra kitaplığımın başköşesinde yer alan ve düşünce dünyamı önemli derecede etkileyen bir isim olarak kaldı.

José Ortega y Gasset (1883, Madrid-18 Ekim 1955) İspanya’nın yetiştirdiği en büyük filozof olarak bilinir. Pek çok düşünüre göre 20. yüzyılın en etkili Avrupalı düşünürüdür. Çünkü F. Nietzche, A. Toynbee, P. Sorokin gibi isimler en güçlü eleştirilerin sahipleri olmakla birlikte, bu filozoflardan hiç birisi Gasset kadar etkili bir üsluba sahip olamamıştır.

"Hiçbir şey kitle kültüründeki yozlaşma kadar çabuk bulaşmaz" sözü Gasset’nin modernizmin getirdiği tüketim kültürüne dair en vurucu tespiti olarak geçerliliğini korumaktadır. Gasset, yaklaşan tehlikeyi çok öncesinden fark ederek uyarılarını kaleme alan, bu kitapları hemen herkes tarafından dikkate alınan ender isimlerdendir.

Gasset’nin en önemli eseri olan “Kitlelerin İsyanı” 1929 yılında yayımlanmıştır. Yazarın Türkçedeki ilk kitabı 1968 yılında May Yayınları tarafından “Kitlelerin Ayaklanışı” ismiyle yayımlanan bu kitabıdır.

Ortega y Gasset kitle felsefesinin yanı sıra sanat, müzik, sevgi, tarih, edebiyat gibi çeşitli alanlarda da etkili eserlere imza atmıştır. Onun eleştirileri ve tespitleri hem filozoflar, hem sanatçılar hem de çağının büyük yazarları tarafından dikkatle takip edilmiştir.

İspanyol filozof, uyarılarını başta “Kitlelerin İsyanı” olmak üzere daha birçok kitabı ve makalesiyle kaleme alırken; Madrid Üniversitesindeki kürsüsündeki derslerini de yılmadan sürdürmüştür. Gasset, Kitlelerin İsyanı'nda entelektüelleri eşi benzeri görülmemiş bir çağa karşı uyarır. Aklın ve sağduyunun yerini alan başıboş kitlelerin keyfiliği, hoyratlığı ve doyumsuzluğuna karşı! O geniş halk kitlelerinden daha çok entelektüelleri, aydınları eleştirir. Çünkü ona göre, başta Avrupa olmak üzere 20. yüzyıldaki bunalımların ve karışıklıkların temelinde, Avrupalı entelektüellerin dikkafalı, hafifmeşrep ve sorumsuz olmaları yatar. “Eğer entelektüel dikkafalılık olmasaydı, siyasi dikkafalılık bu kadar vahim olmazdı.”

Gasset bu çıkışlarıyla döneminin her görüşten aydınlarını sarsmıştır. Çünkü ona göre aydınlar, kitleye karşı sorumlu bireyler olarak davranarak, kitleleri sağduyulu davranmaya çağırmak yerine; kitlelerin bir parçası gibi hareket ederek, onların heveslerini tatmine yarayan bir araç hâline gelmişlerdir. Oysa aydının temel görevi, kitlelerin ya da ortalama insanların seviyesini yükseltmektir. Bu konuda yazmış olduğu “Kitlelerin İsyanı”, hitabet yönünden öylesine başarılı olmuştur ki, birçok Batı ülkesinde en çok okunan eserler arasındaki yerini almıştır.

Eserin İngilizcesi çıktığında dönemin editörlerinin yorumu şu olmuştur : "18. yüzyılda Toplum Sözleşmesi, 19. yüzyılda Kapital ne ise,  Kitlelerin Ayaklanması 20. yüzyıl için o olmalıdır..." Kitlelerin İsyanı için kitaptan alıntıladığımız şu paragraf açıklayıcı olacaktır: “'Farklı olan, sürüden ayrılan, bireysel, nitelikli ve seçkin olan her şeyi ezip geçmekte kitle. Herkes gibi olmayan kişi, herkes gibi düşünmeyen kişi, safdışı edilme tehlikesiyle karşı karşıya. Ve elbette ki ‘herkes’ aslında ‘herkes’ değil. Normalde ‘herkes’ denilen, kitle ile aykırı fikirli, özel azınlıkların karmaşık bütünüydü. Şimdiyse herkes kitleden ibaret.''

Ne söylediği kadar nasıl söylediğine de önem veren bu İspanyol filozof, Camus'ye göre "Nietzsche'den sonra belki de en büyük Avrupalı yazar"dır. Bugün itibarıyla Gasset’nin külliyatı büyük oranda Türkçeye çevrilmiş olsa da hak ettiği ilgiyi gördüğünü söyleyemeyiz. Özellikle kültür-sanat ve siyaset sahasında çalışma yapanların Gasset’yi okumalarında fayda var.

Yazımızı yine Gasset’den bir alıntıyla bitirelim: Günümüzde vasat insan dünyada olup biten ve olup bitmesi gereken her şey üstüne en kesin "fikir"lere sahip. Bu yüzden dinleme yetisini kullanmayı unutmuş bulunuyor. Niye dinlesin ki, kendine gereken her şeyi kendi içinde barındırıyor ya! Dinlemenin mevsimi çoktan geçti, tam tersine, zaman yargılama, ahkâm kesme, karar verme zamanı. Kamusal yaşamın hiçbir sorunu yok ki kitle gelip burnunu sokmasın, o kör ve sağır haliyle "görüş"lerini dayatmasın.

Vefatının yıl dönümünde bu büyük düşünürü hep birlikte tefekkür edelim isterim. Şimdiden kolay gelsin.