– İsmail Erdoğan –

Çocukluğum, masalların arka sokağında geçmedi ama masal gibi oruçların sokaklarında geçti. Sokak sokak sahura kalkmak ve sokak sokak iftara koşmaktı benim çocukluğum.

Oruç, aç kalmaktı önceleri. Aç kalmak ama asla açıkta kalmamaktı. Aç ve açıkta kalanların sığınağıydı oruç.

Sabahtan önceki sabah uyanmaktı ve akşamdan önceki akşama kendini yazdırmaktı oruç. Geceyi bölerek dölleyen ve gündüze armağan saatler bahşeden bir ibadetti oruç. Gündüzü, geceye armağan eden ve gecesini gündüzden doğuran bir ibadetti oruç. Böyle böyle yaşarken orucu ve büyürken oruçla, anladım ki, aç kalmaktan öte anlamlar deryasıdır oruç.  Orucun anlamlarına girebilmek için, aç kalmak bir başlangıçtı sadece. Aç kalarak başlarsınız oruca ve oruç bitmez hiç. İftar, orucu değil açlığı sonlandırır zira. İftar oruçta bir basamak, başlangıçtan sonraki basamak. Bir son değil, bir basamak. Çünkü oruç, uructur. Uruc ise yükselmek. Ve oruç, Allah’a doğru uçarak yükselmek. Yükselerek dünyaya dair ne varsa terketmek. Bütün ağırlıklardan kurtularak, yalnız Allah’la ol-manın, Allah’la olarak gerçek var olmanın boyutlarında nefes almaktır oruç. Alınan her nefesle nefessizlere ruh üflemektir.

Oruçlunun nefesi kutsaldır. Çünkü oruçlu, Allah için nefes almakta ve Allah için nefesini nefsine vermemektedir. Nefesini nefsine kaptırmamaktadır. Ve kapılmamaktadır kendine. Katılmaktadır çünkü Rabb’ine. Rabb’ine katılan kendine kapılır mı hiç? Rabb’ine katılan başkalarına kapılır mı hiç? ( Rabb’ine katılan Rabb’ine kapılır ancak. Rabb’ine ve Rabb’inin ihlasa erdirdiklerine. İşte oruç, ihlasa erenler içindir uruc. Ve ihlasa erenlerdir şeytandan huruç. Şeytan öyle demiyor mu kendi ağzıyla: “ İhlasa erdirdiklerine ben nasıl ilişirim Rabbim”. ) Oruç, şeytana kendini kapatmanın sarsılmaz zırhı değil midir? İçimizdeki şeytanlara ve dışımızdaki yardakçılarına verdiğimiz sus payı değil midir ? Susarak ve susayarak tuttuğumuz ve tutunduğumuz ip değil midir? Dile, ele, bele, göze, mideye ve kulağa tutturulan değil midir? Dildeki, eldeki, beldeki, gözdeki, midedeki ve kulaktaki her hareketi bereketle taçlayan değil midir? Bereketi, zamanın bütün dilimlerine, bütün birimlerine, bütün dirimlerine yaymak değil midir?

Evet, oruç berekettir, berekettir oruç. Oruçta bereket Ramazan, Ramazan’da bereket oruç.  Oruç ayıydı Ramazan ve Ramazan’da bir uruc hareketiydi zaman. Aç kalan kelimelerin tokluğa varan anlamlarıydı oruç. Ve kelimeler oruçla, uruca kanatlanırdı Ramazan’da. Her şey uruca dururdu Ramazan’da. Oruçtan uruca geçerdi zaman. Çünkü Allah orucu farz kılmıştı. Çünkü Allah, oruçla arzı arş kılmıştı. Arzdan arşa, arştan arza bir hareketlilikti zaman. Durmadan bir gidişin durmadan bir gelişiydi zaman. Allah’la iletişimin en açık, en yoğun ve en dolu anlarıydı Ramazan.

Ramazan en çok oruç demekti. Ramazan’da oruç, Allah’a uruc demekti. Allah’a gitmek değil, Allah’a kanatlanmaktı oruç. Sahur bir kanat, iftar ayrı bir kanat. Kanat kanat bizi Allah’a yükselten kanaat: ORUÇ.

Açlık ve açıklıkla imtihanın topografik diliydi oruç. Herkes ve her şey kapanırdı oruçta, oruçla. Mideyi örten bedenlerde örtülürdü oruçla. Oruç benzersiz bir ihsandı insanlığa. Bütün dinler ve bütün diller oruç tutardı. En açık ve kaçık kadınlar bile oruç derdi Ramazan’da. Uruc diye bir dertleri yoktu belki ama, oruç diye bir gerçekleri vardı. Ve kapanırdı bedenler Ramazan’da. Zaman örtünürdü oruçla. Allah, insanı açık yaratmıştı ama kaçık yaratmamıştı zira. Açık yaratmış ama açıklık için yaratmamıştı ve insana örtün demişti. Örtünmesi için yaratmıştı her şeyi. Ve insan yaşadıkça örtündü. İlk insanlardan beri örtündü. İşte bu örtülerden biriydi oruç.

Oruç tuttukça kendine geldi insan. Oruçla, insan oldu insan. Oruçla insanlık, ol-du ve doldu insan. Ve mideler örtüldü oruçla. Deriler örtüldü. Kemikleri giydiren Rabb’im etleri de giydirdi oruçla. Sonra kulakları, dilleri, elleri, belleri, gözleri ve sözleri giydirdi oruçla. Özleri bıraktı sadece açıkta. İnsanın ve kainatın özlerini. Nedir insanın ve kainatın özleri? Merak ediyorsanız çözün insanı ve kainatı o zaman. Bakın bakalım geriye kalan nedir zamandan? Oruç değil midir işte o an? Ve o oruç değil midir uruc olan? Her şey bir uruc değil midir Allah’a bakan?

Bir düşünün! Orucun insan içre anlamlarını düşünün. 24 saatlik günün oruca tekabûl eden zamanlarını düşünün.  Her gün O’nun için aç kalmayı, O’nunla irtibat halinde olmak için yanıp tutuşmayı bir düşünün. Asla yanmamak için yanmayı bir düşünün. Günün bütün zamanlarında bize bakan ama görmediğimiz Rabb’imizin, bize görünmek ve kulu tarafından görülmek içinki lütfunu bir düşünün. O’nunla günün tamamında bir arada olmanın değil, bir’ olmanın hazzını düşünün. Bize şah damarından daha yakın olana, şah damarımız kadar yakın olduğumuzu düşünün. Hani ihsan değil midir: “ Allah’ı görüyormuşcasına ibadet etmek”. İşte tam da burada ihsanı düşünün. O’nu görüyor ve O’ndan başka kimseyi görmüyormuşcasına oruç tutmayı düşünün. Varlığınızın bütün azalarını ve cevherlerini ona teslim ederek oruç tutmayı düşünün. Düşünün! Çünkü, üzerine düşülüp düşünülmeyen ve bizi düşündürmeyen bir oruc, nasıl olur uruc? 

Bütün bunların yanında bir de tuttuğunuz ama sizi tutmayan oruçları düşünün. Hele de tutmadığımız ve tutunamadığımız oruçları bir düşünün. Ölümlü bedenler için yaptığımız fedakârlıkları düşünün sonra. Bizi hep düşünenin bütün lütufları karşısında bizim lütufsuzluğumuzu ve fütursuzluğumuzu düşünün! Sonra da başarabiliyorsanız ağlamayı düşünün. Salın gözyaşlarınızı varlığın bütün anlam haritalarına. Allah, kendisi için dökülen gözyaşlarının sahibine ateşi haram kılacağını vaad ediyor. Ateşi kendinize haram kılmak için oruc ve uruc üzerine düşünün.

Eğer düşünmezsek ve düşündürmezse bizi oruç, açlığın intikamına dönüşüyor çünkü. Sanki ibadet etmiyor intikam alıyoruz. Aç kalmanın intikamını tıka-basa ve kusmanın eşiğinde bir performansla ortaya koyuyoruz. Her gün yeni bir ziyafet sofrasının hayaliyle oradan oraya koşturarak ekmeğe rahmet okutuyoruz. Yaratıldığı günden beri en şerefli zamanlarını Ramazan’da yaşayan ve oruçlunun midesinde bayramını yapan ekmeğe rahmet okutuyoruz oruçla. Allah’a ibadetin şahidi tutacağımız yerde, ibadete isyanın müşahidi kılıyoruz sanki. Kutsalı, kutsal zamanlarda ve kutsal sularda boğmaya çalışıyoruz. Orucun tepeden tırnağa ibadet olduğunu unutup açlığa indirgiyoruz sadece. Açlığa indirgenen oruç, intikama muhatap oluyor yeme-içmelerde. Doldurulmuş midelerle geceye ve ibadete açılan kapılar kendiliğinden kapanıyor böylece. Üzerimize midemiz üzerinden oturuyor şeytan ve ağırlığını salıyor bütün hücrelerimize. Oruç üzerinden reddiye yazdığımız şeytana iftar üzerinden medhiye yazıyoruz ne hikmetse? Kimin oyunudur bu Rabbim? Sana itaat edeceğiz derken şeytana mı teslim oluyoruz? Kendimize ve kendimizle oyun mu oynuyoruz yoksa? Rabbim bizi bu oyundan çek çıkar ve oyuna gelenlerden de getirenlerden de eyleme.

Allah’ım bizi uruca ulaştıran oruçlarla terbiye et. Bizi aç kalanlardan değil de oruç tutanlardan eyle. Bizi rahmet rüzgarlarının boşalttığı mağfiret sağnaklarına bağışla. Amin.     

– İsmail Erdoğan –