Bugün eski bir yazıyla çıkacağım karşınıza. Benim için hiç eskimeyen bir yazı bu. Yazılışının üzerinden yıllar geçmesine karşın halimizde bir değişme yok çünkü. Varsa da kötüleşme olarak var. Bugün dünden daha egoistiz mesela. Bugün dünden daha laik durumdayız. Hayır. öyle bir şey yok diyenler bi sondaj atsınlar kendilerine lütfen. Kozmolojik idrak bağlamında eşyaya bakışına, olayları karşılama. ağırlama ve uğurlama biçimine baksınlar. Baktıklarında göreceklerdir eminim. Ceplerinde tanrıların dolaştığına onlar da şahit olacaktır.

***

Olemp’e(tanrılar da

ğ

ı) sı

ğ

mayan tanrılar cebimize sı

ğ

ar mı? Ceplerinizde filler dola

ş

ıyorsa sanrıların kölesi olmu

ş

sunuz demektir. Ya tanrılar! Tanrılar dola

ş

ıyorsa?

Şimdi bu başlık niye, kime ve nerden çıktı? Bu başlık bizden, sizden ve onlardan çıktı. Boşluğa yuvarlanmış ruhumuzun sancılarından yükseldi bu başlık. Gittiğimiz her yere kondurduğumuz bedenimize karşın, hiçbir yerde olduramadığımız ruhumuzdan çıktı bu başlık. İçine düştüğümüz, düşürüldüğümüz kuyulardan, defalarca ısırıldığımız deliklerden ve bastığımız yaş tahtalardan çıktı bu başlık. Yeryüzü sürgünümüzün en kriminal senaryosundan çıktı bu başlık.

Ceplerimizde tanrılarla dolaşıyoruz artık. Pagan Roma’ya da, cahiliyye Araplarına da hatta Hint coğrafyasına da taş çıkartacak kadar tanrılara bulandık. İçimizdeki tanrılarla dışımızdaki tanrılar kapışma halinde. Kendimizle durmamız ve kendimizi vurmamız gereken savaş, kendimizde durmamız ve kendimizde donmamızla sonuçlandı. İçimizdeki tanrıların toplamı olarak ortaya çıkan egomuzla dışımızdaki tanrıları çarpanlarına ayırarak yerle bir etmeye çalışıyoruz durmadan. Kendinden menkul hiçbir varlık ve değer üretemeyen ve kesbiyetten vehbiyyete her zaman muhtaç olan insan, bugün itibariyle ontolojinin merkezine kendini koymuş durumda. Teo-santrik varlık anlayışının yerinde bugün, ego-santrik yokluk anlayışı hüküm sürmekte. Yani insan (haşa) tanrılığını ilan ederek, Allah’ı kapının dışarı etmeyi başarmış görünüyor. Esasen batının iç tecrübesi olarak okuduğumuz ve kendimizi azade kıldığımız bu gerçek anbean içimizde solumakta. Tehlike sinyalleri sarıdan kırmızıya geçti ve yoğun bir ego bombardımanı altındayız artık. Homo sapiensin homo ekonomikusla girdiği gerdekten homo modernus çıktı. Ve bu homo modernus, kendinden başka dayanak, sığınak ve tutamak tanımıyor. Bilmenin  Hz. Ali’ye atfedilen “ La edri(bilmiyorum)” sözüyle başladığı hakikatten habersiz, ‘ben bilirim’ le başlayan cümlelerin mucidi ve kendi kendinin müridi homo modernus, hiçbir mürşid tanımadan “ mürşidi olmayanın mürşidi şeytandır” sözüne nal sallamakla meşgul.

Neticeyi kelam, artık kimseye bir şey anlatılamaz oldu. Ve herkesin ağzı, “ kimsenin bana hakikatini anlatmasına gerek yok” ya da “ o senin hakikatin, benim değil” gibi laf-ı güzaflarla dolu. Hz. Adem’le başlayan hakikat arayışı homo modernusla nihayete ermiş görünüyor. Sivilleşme ve onun doğurduğu sekülerizasyon alıp başını gitmiş. Ve kimse kimseye “fe eyne tezhebun( nereye gidiyorsun?)” sorusunu soramıyor. Sormaya cesareti olanların da ağzının payı veriliyor. İyiliğin tebliğ edilmesine ya da kötülüğün men edilmesine karşı ürkütücü bir tepkisellik hakim. Herkes kendinden o kadar emin ki, kimse kendine karışılmasına müsaade etmiyor. İnsanlar tecrübelerini ve onların doğurduğu psikolojik neticelerini kutsallaştırmış durumda. ‘Benim hayatım, benim hatam ve benim hakikatim’ anlayışıyla, anlar ve mekanlar büyüyen egolarla dolmuş. Ve büyüyen egolara asla söz geçirilemiyor ama dişlerini geçiriyor şeytan. Tolstoy’un güzel eseri ‘İçimizdeki Şeytan’ la beraber girdiğimiz yataktan aciz bir tanrı olarak uyanıyoruz her sabah. Ve gittiğimiz her yere götürüyoruz cebimizdeki tanrıları.

Ama hiç hatırlamıyoruz ki insan, ahseni takvimle esfele sefilin arasında salınıp giden bir varlıktır. Bir yanda Medine’dir insan, diğer yanda Sodom ve Gomore!

Peki soruyorum şimdi? Biz kimiz ve neyi doğuracağız ceplerimizde taşıdığımız bunca tanrıyla? Medine’yi mi Yoksa Sodom ve Gomore’yi mi?