Gel de işin içinden çık!

Hikâye dönüp dolaşıp aynı yere geldi: Doğu sorunu, Kürt sorunu. Birilerinin sorun olsun diye, birilerinin gün gelince kaşırız diye, açık yara olarak bıraktığı yere; yasaklı bölgeye geldik. Ya da mayın tarlasına...

Doksanların sonunda BOP diye bir şeyle karşılaştı, Orta Doğu ve Balkanların en nadide ülkesi olan memleketim. Arap Baharı’yla birlikte BOP’un ne olduğu üzerine daha kallavi yorumlar yapıldı. İşin tuhafı ise ‘BOP Eş Başkanı’ diye orada burada eleştirilen adam, Recep Tayyip Erdoğan, tüm dalgaların önünde durdu ama yine de ona ‘Eş Başkanı’ demekten geri durmadı, “görevliler”.

Siyasetle ilgili yazarken sözü eğip bükmeyi sevmem: Biliniyor, bu seçimin Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı arasında olmadığı. Ekonominin kırılganlığı ve fakirlerin yaşantısıyla da ilgisi yok muhaliflerin. İnsan hakları kaygısı da çekmiyor Avrupalı senatörler. Ya da eksen kayması da umurunda değil Amerikalıların. Bu seçim, bir Kürt devleti kurulsun diyenlerle tam bağımsız Türkiye hayalini yaşatmak isteyenler arasında geçiyor.

Kendini muhalif olarak lanse edenlerin tüm tuşlara bastığı ama kırmızı çizgi olarak gördükleri HDP-Yeşil Sol ile ilgili asla olumsuz bir söz söylemedikleri; PKK başta olmak üzere özerklik ya da savaş isteyenlerin medyanın her platformunda ekonomi, siyaset, diplomasi, hukuk alanında asla bir başarı göstermediği gibi sürekli çuvallayan bir ana muhalefet partisi liderini desteklemesi; hatta terör yanlıları dışında tüm tuzu kuruların ve Recep Tayyip Erdoğan şahsında dinî, millî hassasiyetlere karşı olanların tamamen başarısız bir adamı desteklemesinin tek bir gerekçesi var: Memlekete ne olursa olsun! Yeter ki özerk ya da bağımsız, Amerika güdümünde, dinle ya da Kürtlükle uzaktan yakından ilgisi olmayan, taşeron bir PKK devleti kurulsun! Dünün dünyasında ofisboy gibi kullandıkları bir Türkiye yok karşılarında. Ama hem Türkiye’yi cezalandıracak hem daha az enerji sarf edecekleri hem de istedikleri zaman kaos çıkartabilecekleri taşeron bir devlet kurdururlarsa Orta Doğu’da işleri daha kolay olacak. Bu sebeple insan hakları, ekonomi, çağdaşlık, gelişmişlik, millîlik ya da evrensellik; tüm tuşlara basarak seçime milleti sürüklüyorlar.

Herhangi bir ülkede rahatlıkla yaşayabilecek insanlarla yerlilerin kavgası bu. Karnını düşünenlerle ilkelerini düşünen insanların kavgası. Büyük Orta Doğu Projesi’nin önündeki engel, bugün, Recep Tayyip Erdoğan önderliğindeki Cumhur İttifakı’dır. Bürokrasi içerisindeki çürümeden zaman zaman bahsettim. Ülkenin en kritik seçime gittiği şu günlerde bu çürümenin nelere mal olabileceğini en çok da Cumhur İttifakı bileşenlerinin bilmesinde yarar olduğunu düşünüyorum. Zira Sisi’yi Mısır’a hükümdar yapmak isteyenler yeterli olamadığında çürümüş kadrolar devreye girdi. Devleti kilitleyen, bürokrasinin çalışmasını engelleyen, insanların işlerini yavaşlatan memurlar, elektrik şebekesinin çökmesini sağlayan çalışanlar, hizmet sektörünün yavaşlatılması… Hepsi Mursi’nin düşmesine sebep oldu. Ondan sonra da “Basra harap olmadan” demeye bile gerek kalmadı.

Seçimde Millet İttifakı’nın kazanmasını isteyenler ve kazanması için olağanüstü destek veren yabancılar biliyorlar ki bu ittifak ekonomik, siyasi, hukuki, endüstriyel alanda hiçbir şey yapamayacak kadar kapasitesiz. Hatta Türkiye’deki farklı görüşten birçok bürokrat, uzman, akademisyen, AK Parti yönetimince birçok alanda çalışmaya sevk edilerek çoğulcu bir alan açtı ülkede. Millet İttifakı’nın kaosun prensleri olduğunu çok iyi biliyorlar. Onlar için altı aylık bir süre de yeterli olacak. Bu altı aylık süre hem özerklik ilanı hem kaosun başlatılması hem de Allah muhafaza Arap Baharı benzeri ülke içerisinde çatışmalara mahal verecek denli agresif politikaların başlatılacağını, muhaliflerin dilinde görüyoruz.

Yıkımdan başka bir projede çalışamayacak vasıfsız elemanların ülkeyi inşa etmek gibi bir derdi yok. Niyetleri, baba evini yıkıp yanına müştemilat yapmak; konağın yerine ise apartman çıkmak.

Bu seçimin aslında ‘Türkiye için’ diyenlerle ‘özerk Kürt yönetimi’ diyenler arasında olduğu biliniyor. Depremzedeye bile zehirli dil uzatanlar asla imar yapmadıkları gibi gönül de alamayacaklar.

Umulur ki evimiz dediğimiz vatanımıza halel gelmez. Umulur ki Cumhur İttifakı bileşenleri ve alt kademelerde olanlar da nefsinden feragat edip, bir kemiğin ardından saatlerce yol giden itleri güldürmezler. Hoş, bu bölünme hikâyesinde gülmek geçicidir. En nihayetinde tuzu kurular, konfor düşkünleri, ‘pişmiş aşım ağrısız başım’ diyenler de ağlayacak. Ki bu ülkede konforlu yaşamı yaygın hâle getirenler bile görülmeyip; mesela Marmaray’da hükûmetin ulaştırma politikası eleştirilip, hastaneye giden metroyu yaptıran Reisicumhur’un resmi aynı metro içinde yırtılıyor.

Bazı liderler, bazı milletlere fazladır. Bazı hizmetler, bazı insanlara fazladır. Ama yine de tüyü bitmemiş yetimin hakkı var bu vatan üzerinde.

Onların hatırına dönüyor alem. İyilik, iyiler, memleketim yetim kalmasın.

Hikâyenin içinden çıkmak o kadar da zor değil. Bugün konuşulan ne varsa hepsi özerklik gölgesindeki unutulacak sözlerdir.

Oyunculara bakmaktan oyunu görmemek gayet mümkün.

Süleymaniye’yi yapmaya Sinan bulunmaz; yıkmaya yedi amele yeter.