Yaşlandığımızdan mıdır nedir, göz açıp kapanıncaya kadar geçen süreden daha fazla olmadı bir önceki ramazanı uğurlamamız.

Oruç ayı geldi, çattı.

Vakit ne kadar hızlı geçiyor değil mi?

Zaman izafi bir kavram…

Hızlı mı, yavaş mı değil; esasen nasıl geçtiği önemli!

Bundan 100 yıl önce olağanüstü derecede önemli işleri olduğu gerekçesiyle sağa sola koşuşturanların, çokça parası olanların, makam ve mansıp sahiplerinin neredeyse hiçbiri yaşamıyor…

Mezarlıklar; çok önemli, çok zengin ve tabii ki çok fakir, çokça işi olan, yoğunluktan başını kaşıyamayacak denli meşguliyet sahibi, yarınını güvence altına alma hayalleri kuran, buna mukabil yarınlarından ümidini kesen; tıpkı günümüzdeki gibi, yaşayıp da ölümü aklına bile getirmeyen nadanlar misali insanlarla dopdolu…

Mümkün olsa da sorabilseydik kabristan sakinlerine, yanılgılarının ne denli büyük olduğunu.

Yahut mümkün olsa da onlar kabirlerinden başlarını kaldırıp bugün koşuşturanlara;

“Hey ne oluyorsunuz?

Nereye koşuşturuyorsunuz?

Bu acele de neyin nesi?

Geçici bir serüven için harcadığınız bunca efor, ‘Ha bir kuru emektir!’den daha anlamlı değil, inanın buna!

Her an, artık geriye dönüp de hiçbir şey yapamayacağınızın kayıt altına alınacağı manasına gelecek olan ölümle burun burunasınız!

Bize komşu olacağınız gün gelip çatmadan bu çelik çomak oyununa biraz ara verip hakiki hayat için de azıcık koştursanıza!” diyebilselerdi… 

‘Ne söylerler/ Ne bir haber verirler’ demiş bizim Yunus, ehl-i kubur için.

Hayatı somut gerçekliklerden ibaret sananlar için tamı tamına böyle.

Ama hakikatle yüzleşmekten korkmayanlar için her mezar taşı, bir ihtar ve nasihat levhası gibi gözlerin içine bakadurmada aslında…

Lisan-ı kal ile ‘Ne söylerler/ Ne bir haber verirler’ ve fakat lisan-ı hâlleri, hançerelerini yırtarcasına bağırmada, ikaz etmede…

Kişi için zaman, ölümle birlikte tüm anlamını yitirecek...

Tıpkı, olmazsa olmaz sanılan mühim işlerin anlamını yitirdiği gibi…

Tıpkı, hadiselerin ve şartların önemli kıldığı kişisel itibar ve maddi imkânların artık beş para etmeyeceği gibi...

İşte bu nedenle ramazan ayı, masivadan sıyrılıp hakikate yelken açma şansı verdiği için çok önemlidir.

Rabb’imizin bizleri oruçla mükâfatlandırdığı bu mübarek ay; rahmet, mağfiret ve muhabbetle tezyin olunduğu için bu imkânı bahşeder gariban insanoğluna…

Evet, gariban, zira asıl vatanı olan cennetten yeryüzüne sürgüne gönderildiği gün gariplerden olmuştu ilk babamız ve ilk peygamberimiz Âdem (as).

Ramazan ayı, sahip olduğu “cennet-âsâ” iklimiyle ata yurdundan esintiler getirdiği için ayrıcalıklıdır ve iki gözümüzün nurudur.

Yalan dünyanın hakikate açılan penceresi olduğu için mukaddestir, muazzezdir…

Bu kutlu ay tüm ümmete ve ülkemize hayırlar getirsin.

Ramazan-ı Şerif'in, bahusus Gazze’deki kardeşlerimizin, zalimlerin ve katillerin tasallutundan kurutuluşunun ve zaferinin şefaatçisi olmasını Kadir-i Mutlak’tan niyaz ediyorum. 

Mübarek olsun…