Mustafa Timuri “Burası yüzyıl ara verse bile ata binince ne yöne gidileceğini unutmamış olanların ülkesi” demiş. El-Hakk doğru demiş! Peki ya problem ne? Ata binmeyi mi unuttular yoksa hangi yöne gidileceğini mi? İkisi de değil. Onlar kendilerini bu ülkeye ait görmediler. Görmüyorlar. Bazıları bunlara yerli gâvur falan diyor. Yanlış! Gâvurun yerlisi olmaz. Bu topraklarda hiç olmaz. Kim onlar? Dillerinden tanıyabilirsiniz. Dil, yüreğin yansımasıdır, mana söze yansır. Che Guevara’yı bayraklaştıranlar Şamil Basayev’den bahsetmez mesela. Çünkü ideolojilerini, kendilerini reddetmiş olurlar. (Servet Turgut “Şamil Basayev’in botları bile Che Guvara’nın hayatından fazla aksiyon zuhura getirmiştir” demiş. El-Hakk!) Bulundukları konum, bu ülkenin menfaati yönünde hareket etmelerini engelliyor, nasıl dillerine yansımasın? Onlar Che’yi, Castro’yu bayraklaştırıyor. Onlar Amerikan emperyalizmiyle mücadele ediyor. Onlar, Che’ye ölümü sunanın Castro olduğunu itiraf edemezler. Onlar, Castro’nun 11 Eylül senaryosunun uygulamaya konduğu gün Washington’a “Durumun vahameti son raddeye geldiyse bizim hava alanlarımızı kullanabilirsiniz” dediğini itiraf edemezler. Çünkü bu itiraf onların Amerikan emperyalizmi perdesi arkasında, Rus emperyalizmi savunuculuğu yapmalarına engel olur. Damarları ay yıldızın kırmızısıyla değil de, Rus’un, Çin’in kızıllığıyla akanlar için bunlar zor itiraflardır. Buralı olmayan her görüşe açık olanlar, gâvurun biletini almak için canhıraş şekilde mücadele ediyor. Yahudi şair Heinrich Hane, hukuk okumuştu. Almanya’da Yahudilerin adliyede çalışması yasak olduğu için 28 yaşında vaftiz olmuş ve vaftizden sonra “Avrupa medeniyetine bir giriş bileti aldım” demişti. Che yerine Şamil diyenler Rus emperyalizmi, Doğu Türkistan diyenler Çin emperyalizmi biletini yakmak zorunda kalacaklar. Buralı da değiller, sonra ne yapacaklar? Sadece onlar değil. Avrupa medeniyetine giriş bileti almak için mücadele edenler, 23 İkincikanun 1935 tarihinde Haber (Akşam Postası) gazetesinde şöyle bir haberin yer almasına yol açtılar: “Şimdiye kadar mekteplerimizde Fransız usulleri uygulanmaktaydı. Artık mekteplerde Alman terbiye sistemleri tatbik edilecek.” Buralı olmaktan rahatsızlık duyanlar, bilet almak için efendilerin gözüne girme çabası gösterdiler. Girdiler mi? El-Hakk! Buralı olmak için Müslümanım demeniz de yetmiyor. Müslümana, bu toprakların yüklediği sorumluluktan bihaberseniz, bir gün odanıza Humeyni’nin fotoğrafını asabilir, İran sapkın emperyalizmine maşa olabilirsiniz. Bu topraklara ait olmanız için yolunuzun Sarı Saltuk’tan geçmesi gerekiyor. Hem ehli tasavvuf, hem kılıcıyla meydanlarda kâfir bırakmayan, hem de on iki dil bilen bir Allah dostuydu O. Bu toprakların mayasını atanlardan biri olan Sarı Saltuk’tan bihaberseniz, elinize bilet tutuşturup sırtınızı sıvazlayan elin gâvur eli olmasından hicap duymaz, bir emperyalizme karşı olduğunuzu iddia ederken başka emperyalizmin savunucusu konumunda bulunursunuz. Bir anda. Menemen’i yakın diyen Paşa’yı özledik der, Esed tehlikeye girince yurtta barış naraları atmaya başlarsınız. İkiyüzlüler. Emekçilik, halkçılık zokasını yutar, hepsinin üstündeki gaye olan ilayı kelimetullaha sırt çevirirsiniz. Burada doğmak mesele değil, kader. Mesele olan buralı yaşayıp, buralı ölebilmek. Yoksa bu topraklar bereketlidir, sizi de kabul eder ama ya millet? Ya Allah?!