Cânım kâri, bazı vakitler kendi kendime sorular sorarken buluyorum kendimi. Bir başkası sorsa bu kadar kolay ve bu kadar gerçek cevaplar vermeyeceğimi ve veremeyeceğimi bilsem de -herkesin olduğu gibi- kendime gerçek cevapları veriyorum ben hep. Sanırım insan olmak böyle bir şey biraz da. Ve bu bazen çok fazla canımı yakıyor. Zira insan kendine yalan söyleyemiyor. Bunun sadece benim için geçerli olmadığını, herkesin halinin benzer olduğunu da biliyorum.

Misal ki son vakitlerde aklımda hep şu soru var “Gerçekten inanıyor muyum?” Cevapların bende kalması gerektiğini biliyorum ama sorunun ne kadar mühim ve ağır olduğunu da hissediyorum. Omuzlarımda bir yük var ve ben o yükün altında ezildiğimi hissediyorum bazı zamanlar. Bir de şunu soruyorum “İnanmanın menfaati mi var insana? Bir şey kazanmak için mi inanır ya a öyle görünür insan?” Bu sorulara verdiğim cevaplarsa çoğu vakit çok daha fazla sorulara açılan birer kapı oluyor. Ama yine de ben “insan” olmanın verdiği noksanlığı, eksiliği ve kusuru biliyorum, hatalarım için kıvranıyorum. Yine de etrafa bakınca “inanma”yı dışarı çıktığı ve herkesin gördüğü zamanlarda bir kıyafet gibi üzerine geçirip de dolaşanları gördüğümden zihnimde bunca soruyla gezdiğimi düşünüyorum.

Şunu kabul etmeli ve hatta itiraf etmeliyim ki bazen tam da böyle oluyor. Sözü ile fiilinin aynı olmadığı, hissettiği ile yaşadığının bir olmadığı pek çok insan görüyorum. Riya deniyor bunun adına, biliyorum. Doğru ve bence aleni bir düşmanlıktan ya da saldırıdan daha tehlikeli bu durum. İnanmış gibi görünen ve bu hali yüzünden itibar gören, sırf menfaat elde edeceği bir şeyler yüzünden bir başkası gibi davranan, onu gibi görünen, ışık ne yandan gelirse o yana dönen, ekmek kimin elindeyse onun önünde eğilen adamlar…

Ahir zamanda yaşıyoruz ve kimin aslında kim olduğunu anlamak çok da kolay değil. Doğru adamlar, hakkı söyleyenler her vakitte sessiz, sözsüz bırakıldığı gibi şimdi de ve belki de bilerek bir köşede susup da duruyorlar. Ya da belki itibar edilmeyeceğini düşündüklerinden böyle sessizler, bilmiyorum. Ama Ziya Paşa’nın sözüne yine itibar ediyorum;

“Hak söyleyen evvel dahi menfur idi gerçi

Hainlere amma ki riayet yeni çıktı”

Şimdi bunları söylememin elbette bir sebebi var. Yıllarca inanmış insanlara, inandığı gibi yaşamak için çırpınan insanlara sırf inandılar diye zulmeden, susturan, kan kusturan adamlar ne vakit menfaatleri olsa hep bu masum ve mümin Anadolu insanın önüne kuzu postunu üzerlerine giymiş halde çıkıyorlar. Az evvel söylediğim kıyafetlerini giyiyor ve öyle geziniyorlar. Ama artık kurt olduklarının bilindiğinin ve o postun kan damlayan dişlerini saklayamadığının farkında değiller. Daha açık söyleyeyim bu numara eskidi ve kimse inanmıyor. “Ya göründüğün gibi ol ya da olduğun gibi görün” diyen adama da hak veriyorum, hem de çok fazla… İki gün evvel ecdada söven adamlar şimdi başladıkları yola onların temiz kabirlerinden başladığını söylüyorlar ve bizden buna inanmamızı istiyorlar. Tuhaf.

Böyle şeyler söyleyince hep aklıma Şehit Muhsin Başkanın şu hatırası geliyor ve ne büyük bir kayıp olduğunu her defasında tekrar tekrar anlıyorum. Allah mekânını cennet eylesin.

Şoförü bir yolculuk esnasında ve tam namaz vakti girmişken Merhum Muhsin Yazıcıoğlu’na döner;

-“Efendim” der “Vakit girdi. Namazı Şarkışla Camii’nde kılalım isterseniz, yola öyle devam edelim.”

Muhsin Başkan tam şöyle cevap verir:

-“Olmaz kardeşim. Seçim yaklaştı, yanlış anlaşılır, evde kılalım…”