Türkiye yerel seçimlere hazırlanıyor. Her parti kendi programını seçmene anlatmaya çalışıyor. Çalışıyor çalışmasına da hak ve saygı gibi kavramlar hep ihlal ediliyor.

İstanbul, Ankara, İzmir gibi büyük kentlerde toplu taşıma, trafik, yapılaşma gibi beklentiler öne çıkarken Türkiye genelinde ise kentsel dönüşüm, altyapı, üstyapı, çevre hassasiyeti gibi konular en önemli beklentiler olarak görünüyor.

Her seçim döneminde olduğu gibi bu defa da aynı tartışmalar var. Çevreyi korumayı, insana saygıyı bir türlü başaramadık.

'31 Mart Mahallî İdareler Seçimleri’ne sayılı günler kala adayların afişleri şehirlerimizin caddelerini, sokaklarını, duvarlarını, ağaçlarını esir almış durumda!

Türkiye’nin hemen her köşesinde aynı manzara!

Bu yapılanlar insana ve çevreye saygısızlıktır; kirliliktir, ikiyüzlülüktür, israftır…

Afişlerin oluşturduğu görüntü kirliliği insanın içini karartıyor.

Ne oldu sizin saygı anlayışınıza; basın yayın organlarına kıran mı girdi, dijital platformlar ne güne duruyor?

Bir projeyi anlatabilmek için bin ağaca yağlı ilmek geçirmekten hayâ etmez misiniz?

Seçim beyannamesinde “çevre” vurgusu yapan parti veya aday, idamlık suçluya yağlı ilmek geçirircesine, gencecik ağaçların dalına ve budağına afiş astırmayı nasıl içine sindirebiliyor?

Duvarlar, tel örgüler, ağaçlar, parklar, bahçeler, duraklar…

Kamu alanı veya özel mülk ayrımı yapmadan önüne gelen alanı kirletme hakkını size kim veriyor? Nereden alıyorsunuz bu cesareti?

Nerede bir ağaç varsa her dalında bir ip var. “Ziyaret ağacı” gibi her dalında binbir renkli çaput kalıntısı…

Sonra nasıl inanacak bu insanlar size?

Seçimlerden sonra bu afişler, brandalar, posterler, bayraklar ortalıkta kalacak ve kalıyor…

Kısacası bu yapılan kirliliktir; umutlarımız kirleniyor, çevremiz kirleniyor, ufuklarımız kirleniyor, geleceğimiz kirleniyor…

Evet!

31 Mart seçimlerinde seçmen bu hassasiyete göre puan vermeli. Çevre kirliliğine en fazla hangi aday sebep oluyorsa o aday “oy hakkıyla” cezalandırılmalı.

Seçim yarışı, çevre kirliliği yarışına dönüşmemeli.

Ramazan fırsatçıları meydana çıktı!

Ramazan öncesi yine birileri bir şeyler deniyor.

Ulaşımdan gıdaya, telekomünikasyondan konut kiralarına kadar hemen her kalemde ciddi artışlar yaşanıyor.

Kimisi zam diye tanımlıyor, kimilerine göre fiyat ayarlaması!..

Neticede birileri kazancına kazanç katarken vatandaşın nefes alması her geçen gün daha da zorlaşıyor.

Yaklaşan ramazan ayı öncesi fırsatçılara yönelik ciddi tedbirler alınmalı. Devlet tüm imkânlarıyla sahaya inmeli. Ekmek ve pide fiyatları, kırmızı et ve beyaz et fiyatları, temizlik grubu ürünleri, süt ürünleri, hububat ve bakliyat fiyatları denetim altına alınmalı.

Bu iş beklentiyle, ricayla olmayacak. Gerekirse radikal bir şekilde fiyat sabitlemesine gidilmeli.

İnsanlar gri ortamdan ve bulanık havadan usanmış durumda; radikal tedbirler alınmasını, kararlı bir duruş sergilenmesini bekliyor.

Değilse çok canlar yanacak, benden hatırlatması!..

Kırmızı et fiyatlarından bir örnek vereyim.

Üç yıl öncesine kadar et ürünlerine yılda iki, bilemediniz üç kez zam gelirdi. Artış oranları da bir-iki lirayı geçmezdi. Etin kilogramı bir yılda üç-beş lira artardı. Ya şimdi! Artık bir kalemde 30-40 liralık zamlar geliyor. Şöyle bir geriye gidelim. Kasaplardan aldığım bilgilere göre 2023’ün ocak ayında 210 lira olan kıymanın kilosu bugün 500 lirayı geçmiş durumda!

Asıl soru şu:

Ciddi yem desteği olmasına rağmen, altı ay boyunca mazota gelen zam oranı belli olduğu hâlde üreticiler neden zam yapar?

İşte dananın kuyruğu tam da burada kopuyor!

Üretici ile satıcıların arasına giren ve “aracı, tüccar, komisyoncu” gibi adlarla anılan simsarların oyununa geliyoruz.

Üreticinin sattığı ürün, aracı ve tüccardan geçip kasaba geliyor. Aracı ve tüccar da fiyatlara ciddi kâr oranları ekleyince bu zamlı rakamlar ortaya çıkıyor.