8 Nisan günü Meclis’te gazetecilerle biraraya gelen Halkların Demokratik Partisi (HDP) Lideri Selahattin Demirtaş şunları söylüyordu:

“Bu seçim döneminde kutuplaşma ve gerilimi düşürecek siyasetimiz olacak. Tansiyonu yükseltmeyeceğiz. Barışçıl, son derece demokratik neşeli, cıvıl cıvıl kampanya yapmak istiyoruz.”

10 Nisan’da, partisinin aday tanıtım toplantısında konuşurken de şu ifadeleri kullanmıştı:

“Seçime gidiyoruz, savaşa gitmiyoruz. Hiçbir siyasi parti düşmanımız değildir, tamamı bizim siyasi rakibimizdir. Bizim dışımızdaki partilerin hiçbirinin adayı, bizim düşmanımız değildir. Tamamıyla insani, dostani ilişkilerle bu seçim kampanyasını yürüteceğiz.”

Bu konuşmadan hemen bir gün sonra Ağrı’da PKK ile güvenlik güçleri arasında yaşanan çatışmayı ilkelden şöyle değerlendirmişti Demirtaş:

“PKK’lıların üstüne operasyon için yolladığınız askerler de bizim çocuklarımız, kardeşlerimizdir. Onların canı bizim canımızdır, öldürmeye çalıştığınız PKK’lılar da onlar da bu halkın evlatları, kardeşlerimiz, canımızdır.”

“Ne olduysa” bundan sonra oldu. 12 Nisan’da partisinin İstanbul mitinginde konuşan Demirtaş şunları söyledi:

“Dün Ağrı’da bir çatışma değil, önceden planlanmış, provası yapılmış, önceden hazırlanmış sahte bir kurgu operasyon vardı. Oradan mümkün olduğunca fazla cenaze çıkartmaya çalıştılar (…) Çatışma bölgesinde yaralı askerler var, helikopter yaralıları gelip almak yerine, operasyona katılıyor, yukarıdan ateş açıyor. Ambulans yok. Yaralı askerleri çarşaflarla taşımak zorunda kalıyor arkadaşlarımız.”

Askerlerin neden vurulduğunu, oranın neden “çatışma bölgesi” haline geldiğini anlatmadı Demirtaş. Çatışmada yaralanan askerler için gelen helikoptere neden ateş edildiğini de…

“Tansiyonu yükseltmeyen, neşeli, cıvıl cıvıl, rakibini düşman olarak görmeden dostane şekilde ilerleyen” bir seçim kampanyası, ha?

Daha önce de yaşamadık mı bunları? Cumhurbaşkanlığı seçimi sürecinde partisinin dahi kalıplarını aşıp ideal sola yaklaşan barışçıl bir çizgideyken, kısa süre sonra Kobani meselesi yüzünden kitlesini sokağa dökmemiş miydi Demirtaş? 50 kişinin ölümüyle sonuçlanan olayların ardından da korku dolu gözlerle bir basın toplantısı düzenleyip, “Kastım bu değildi” demeye getirmemiş miydi?

***

Kameralar karşısındaki Demirtaş’ın hızla değişen ruh hali ve söylemleri temsil ettiği hareketin çok boyutluluğu nedeniyle anlaşılır. Bir taraftan barışa yanaşmayanlar, bir taraftan feministler, bir taraftan İmralı görüşmeleri, bir taraftan seçim barajı… belli ki Demirtaş’ı hayli zorluyor, O’nu bu tutarsızlıklara sürüklüyor.

Fakat bu karmaşada, gömlek kollarını kıvırıp halkı selamlayan mı, bir mesajla kitlesini sokağa döken mi; mütebessim çehreyle gazetecilerle şakalaşan mı, oldukça gergin bir yüz ifadesiyle basın toplantısı düzenleyen mi; 8 Nisan’daki mi, 12 Nisan’daki mi… hangisi gerçek Demirtaş, ayırt edemiyoruz.

Diğer deyişle, seçim barajını aşmayı (yani 4 milyonu aşkın seçmenden oy almayı) hedefleyen bir parti liderinin gerçek kimliği bilinmezliğini koruyor ama mensubu bulunduğu ve bugün HDP ile zuhur eden tuhaf koalisyonu çok net ve “başarılı” şekilde temsil ettiği ortada.